12

45 12 50
                                    

Osaka ile aramızdaki buzları biraz olsun eritmeyi başarmıştık. Abartı gelecek bir sıcaklık, birbirimizi itecek bir soğukluk yoktu. Tamamen iş arkadaşları gibiydik. İş arkadaşları olmadığımızı, sadece örülmüş kaderde birkaç kere yan yana gelen ip uçları olduğumuzu ikimiz de biliyorduk. Şimdi bu örgünün birinci satırında beraber olacaktık. Fakat sonrasında o farklı satırlara yol alacaktı, ben farklı satırlara.

Zaten hayat çoğu zaman böyleydi. Girdiğimiz ortamlarda, eğitim aldığımız kurumlarda, yaşadığımız evlerde gördüğümüz insanlar kader ağındaki farklı birer yolcular aslında. Herkesin bizden önce bir hayatı vardı, bizden sonra da olacaktı. Belki birbirimizden sevgiyle ayrılacağız, belki nefretle, belki de sessizce. Fakat birbirimizden ayrıldıktan sonra bile hayatlarımıza devam edecektik. Kim bilir, belki de her gün bir daha asla görmeyeceğimiz insanlarla tesadüfen yan yana geliyorduk?

İşte bu yer de öyleydi. Herkes belli zaman aralıklarında beraber olmak zorundaydı. Fakat görevlerini tamamlayıp buradan ayrıldıklarında kendi kaderlerini takip edecek, belki hiç görmeyeceğimiz bir yoldan giderek sonsuza kadar uzaklaşacaklardı, belki kaderin bizi yeniden bir araya getirdiği anlara tanık olacaktık.

...

Osaka ile üç gün boyunca idman yapmıştık. Bana bu üç günlük sürede kendimi, gelen ataklardan nasıl koruyabileceğimi, gücümü nasıl daha hızlı bir şekilde aktifleştirebileceğimi öğretmişti. Tabii ki hala çok fazla eksiğim vardı fakat dünden daha donanımlıydım. Yarından ise daha bilgisiz.

Kendimi geliştirebilmek için elimden geleni yapıyordum. Çünkü şu son zamanlarda anlamıştım ki, ben dahil buradaki herkesin kurtuluşu benim elimdeydi. Ben ne kadar hızlı gelişirsem, Abel'in kafasındaki plan o kadar hızlı işlenecekti. Bu yüzden öncelikle kendim, sonrasında bu koğuşu paylaştığım diğer beyaz kanlı asiller için elimden geldiğince hızlı öğrenmeye çalışıyordum.

Boş olan odalardan birine yerleşmiş, günümü ya idman yaparak ya da Melody ile sohbet ederek geçiriyordum. Geldiğim ilk gün Melody'nin bahsettiği kuralların benim için de geçerli olduğunu anlamıştım böylece. Ne kadar mutlu olmasam da bu şartlar altında, şu an bundan iyisi yoktu elimde. Fakat iyi tarafından da bakılmayı hak eden bir durumdaydım. Etrafım beyaz kanlılar ile doluydu. Bu beni dışarıdaki özgürlükten çok daha huzurlu ve mutlu ediyordu.

Üstelik şu an her konuda yeni bilgiler ediniyordum. Teorik bilgi konusunda koğuştakilerden daha iyiydim. Ben onlarla kendi bilgilerimi paylaşıyordum, onlar da bana fiziksel çalışmalarımda yardımcı oluyordu. Geçirdiğim üç gün oldukça güzel ve dolu geçiyordu. Bana vakit kaybettiğimi hissettiren tek bir saniye bile olmamıştı dışarıdaki hayatımın aksine.

Üç günün sonunda sabah idmanımızı yaparken ön kapıdan ses gelmişti. Çıkan kapı sesini, büyük bir patırtı sesi takip etmişti. Etraftaki herkes göz açıp kapayıncaya kadar idmanını bırakmış ve yere çökmüştü. Gözlerim kapıya iliştiğinde gelen kişinin Abel olduğunu görmüştüm.

Bir kez daha etrafımdaki insanları kontrol ettim. Herkes silahın patlamasını bekleyen birer maratoncu gibi yere çökmüş, gözlerini yere dikmişti. Tekrar Abel'e baktığımda odağının bende olduğunu görmüştüm. Topluma ayak uydurmaktan başka çaremin olmadığını anladım ve sessizce yere çöktüm.

Herkes Abel'in iki dudağı arasından çıkacak söz için kulak kabartmıştı. Fakat Abel'den hiçbir ses gelmiyordu. Başımı hafifçe kaldırdım ve ona baktım. Yüz ifadesi oldukça sinirli görünüyordu. Terslik olduğunu anlamak hiç zor olmamıştı. Abel'in sessizliği, koğuşun buz kesmesine sebep olmuştu. Duyduğum ses ile irkilmiştim.

BEYAZ KANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin