Vücudum titremeye devam ederken duyduğum adım sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Ve hala elimden bir şey gelmiyordu. Bu yüzden sessizce sonumu bekliyordum.
Adımlar yaklaştıkça beynim daha da uyuşuyordu. Alevden doğmuş ruhum bile bedenimi ısıtamıyordu artık. Sadece üşüyor, korkuyor ve ölümümü bekliyordum.
Hızlı bir şekilde nefes almaya devam ederken burnuma tanıdık bir koku gelmişti. Nefesimi dengelemeye çalıştığım için ilk başta kokuyu algılayamamıştım fakat bir süre sonra kokuyu iliklerime kadar hissetmiştim.
Çok iyi tanıyordum bu kokuyu, sanki doğduğum andan beri aşina olduğum bir kokuydu. Nostaljik bir koku... Burnuna geldiğinde eski zamanlara götüren bir esinti gibi. Fakat, hatırlamıyordum. İçinde bulunduğum durum hareket etmemi kısıtladığı gibi düşünme yetimi de kısıtlamıştı. Aynı yeni doğmuş bir bebek gibiydim; savunmasız, etkisiz ve korkak.
Fakat ben yeni doğmuş bir bebekten bile umutsuzdum. Burada ne beni savunan biri vardı, ne kendimi koruyabilecek gücüm ne de başaracağımı hissettirecek bir cesaret. Dakikalar içinde özgür bıraktığım ruhuma kelepçeler takılmış, infaz edilmesi için hazırlık yapılıyordu sanki.
Adımlar durmuştu. Beni yakalayan kişi, şu an yanı başımdaydı. Yüzünü seçemiyordum. Sanki bunu duymuş gibi birden çömelmişti. İşte şimdi görüyordum.
Bu kişi... Oldukça solgun görünüyordu. Beyaz ten, gümüş sarı saçlar ve soğuk bakışlar. Fakat onu tanımamı sağlayan özellikleri bunlar değildi.
O koku...
Sınıfta kokusunu aldığım, kitabevinde karşılaştığım o buz gibi soğuk olan adamın kokusuydu bu.
Onun olduğunu anlayınca hem rahatlamış hem de gerilmiştim. Hiçbir şey söylemeden yüzüme bakıyordu. Yine. Sanki o buz bakışlarına mahkum ederek cezalandırıyordu beni.
Elini uzattı, ne yapacağını bilmiyordum. Tüm vücudum korkuyla kaplanmıştı. Gözyaşlarım birer birer yanaklarımdan süzülüyordu. Esaret içindeydim. Kıpırdayamıyordum bile. Eli sonunda yüzümün yanındaydı.
O, gözyaşımı silmişti.
"Ağlıyorsun."
Şok olmuş bir şekilde gözlerine bakıyordum. Yaptığı bu hareket, onu gördüğüm anların soğukluğundan tamamen uzaktı. Elleri, dondurucu soğukluktaki ruhuna karşın oldukça sıcaktı.
Titremem durmuştu. Tenime temas ettiği anda vücudumdaki tüm buzlar erimişti sanki. Fakat hala kıpırdayamıyordum. Ayağa kalkmaya, elimi oynatmaya çalışsam da nafile, hiçbir şey yapamıyordum.
"Boşuna uğraşıyorsun. Buz bıçağım çoktan bedenine girdi. Ve bedenin de bıçağımın zehrini çoktan emdi.
Bu zehir ilk olarak sahip olduğun gücü donduruyor, ardından kaslarını. Ve en sonunda yavaşça organlarını donduruyor. Şu an hareket edemiyorsun çünkü kasların sen dans ederken zaten donmaya başlamıştı. Tamamen donduğunda ise kontrolünü kaybettin.
Şimdiyse organların yavaşça donuyor. Yaklaşık 3-4 dakika sonra ölmüş olacaksın."
Başından beri biliyordum. Başından beri hissediyordum. O soğuk, yıkıcı bakışlarının ardında sıcak bir yuva, parlak bir ruh olamazdı. Yanında bu kadar üşümemin sebebi gergin olmam değil, ruhunun buzlardan oluşmasıydı.
En başından beri ruhundaki her küçük çivi, bedenime soğuk soğuk giriyordu sanki. Muazzam bir güç, muazzam bir teknik ve muazzam bir zalimiyet.
Anladım ki gerçekten insanın gözleri, ruhunu yansıtırmış.
Bu adamın ruhunun keskin soğuğunu, gözleri hiçbir şekilde saklamıyordu. Her şey oldukça açık ve anlaşılabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KAN
Teen FictionTanrı sahip olduğu kudretli ışıktan bir parça bölmüş ve beyaz kanlı insanlara vermişti. Bu yüzden beyaz kanlı insanlar, tanrının kendisine en yakın olan çocuklarıydı. Nancy Kosamov, beyazlar dünyasında doğmuş psişik bir insandı. Hükümetin onu kırmız...