Gözlerimi açtığımda, bakıştığım tavanın tanıdık olmadığını anlamak birkaç dakikamı almıştı. Gözlerimi açıp açamadığımdan bile şüpheliydim doğrusu. Vücudumdaki kas ağrıları kirpik köklerime kadar dayanıyordu. Bedenim, zihnim, kaslarım o kadar yorgundu ki içinde bulunduğum durumu algılayabilme yetimi bile kaybetmiştim. Sadece sessizce etrafı izliyordum.
Saatin kaç olduğunu bilmiyordum, dolayısıyla kaç dakika bu şekilde hiçbir şey yapmadan etrafı seyrettiğimi bilmiyordum. Algım dış dünyaya kapanmış gibiydi. Dün neler yaşadığımı hatırlamaya çalışıyor fakat bir türlü parçaları birleştiremiyordum.
O kadar dalgındım ki Abel'in odaya girdiğini bile farketmemiştim. Yatağın yanı başındaki tekli koltuğa oturdu ve dirseklerini dizlerine dayayıp, ellerini yüzünde kilitlediği her zamanki oturuşunu yaptı.
Benden bir soru ya da cevap beklemediği belliydi. Sanırsam ilk konuşmayı yapacak kişi bugün Abeldi. Bir şeyler konuşmak için buraya geldiğinden emin olduktan sonra yavaşça doğruldum ve sırtımı yatağın başlığına verdim.
Gözlerimi gözleriyle buluşturduğumda sanki dakikalardır bunu bekliyor gibiydi. Ellerinin konumu sadece burun ve ağzını kapatıyordu. Soğuk, düşünceli gözleri açıktaydı ve hiçbir şey söylemeden sadece benim gözlerimde bekliyorlardı. Biraz sonra ellerini indirdi ve yere baktı. Ardından tekrardan gözlerime baktı ve konuşmaya başladı.
"Nasıl hissediyorsun?"
Tek bildiğim nasıl hissettiğimi anlayamayacak kadar hissiz, yorgun olduğumdu. Bu soruya gözlerimi duvara çevirerek cevap verdim. Tekrardan sordu.
"Nancy, nasıl hissediyorsun?
Onu ne kadar görmezden gelsem de ısrarla cevap almaya niyetliydi. Ve benim ihtiyacım olan tek şey de sessizlikti. Bu yüzden kısa ve net bir cevapla sorusunu yanıtladım.
"Hissetmiyorum."
Cevabımdan tatmin olmamışçasına kaşlarını hafifçe çattı.
"Bu ne demek oluyor?"
Ona yalnız kalmaya ve sessizliğe ihtiyacım olduğunu söylesem de anlamayacaktı. Bu yüzden hedefimi karmaşık yollarla elde etmeye karar verdim.
"Bana biraz su getirir misin?"
Yüz ifadeleri sürekli olarak değişiyordu fakat kafasından neler geçtiğini anlayamıyordum. Yaptığım tek şey görmek, duymaktı. Hiçbir şey söylemeden odadan çıktı ve ben de böylelikle biraz olsun yalnız kalmış, dünü hatırlamaya çalışmak için zaman kazanmıştım.
Gözlerimi kapattım ve dünü sabahından akşamına kadar sıralamaya başladım.
Uyandım, okula gittim, zorbalar tarafından dövüldüm, Abel beni kurtardı ve gözlerimi evimde açtım. Gerisi gelmemişti.
Biraz daha yoğunlaştım.
Gözlerimi açtığımda Abel yanımdaydı, bana kan yemini ettirmiş, rızasız bir şekilde hizmetkarı olmuştum.
Kan yemininden sonraki sahneler bulanık olsa da tek tek zihnime dökülüyor ve hatırlamakta zorlandığım geceye yaklaşıyordum. Bulanık olan görüntüleri netleştiren ve aklıma gelmeyen diğer görüntülerin kilitlerini açan şey, sağ elimdeki sızının ne olduğunu kontrol etmek için baktığımda gördüğüm manzaraydı.
Sağ elimin kenarında ince, çizgi şeklinde bir su torbası vardı. Bu yara dün gece ormandaki yangında, alev almış bir yaprağın elime düşmesiyle oluşmuştu. Ve bu yaranın hafızamda oluşturduğu görüntüler, şimdi diğer önemli görüntüleri tek tek gözümün önüne döküyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KAN
Teen FictionTanrı sahip olduğu kudretli ışıktan bir parça bölmüş ve beyaz kanlı insanlara vermişti. Bu yüzden beyaz kanlı insanlar, tanrının kendisine en yakın olan çocuklarıydı. Nancy Kosamov, beyazlar dünyasında doğmuş psişik bir insandı. Hükümetin onu kırmız...