Karşımda duran adam bembeyaz tene, buz mavisi gözlere, gümüş sarı saçlara sahip olan, bana aynı genetiği paylaştığımızı düşündüren bir adamdı. Gözlerindeki buz gibi soğukluğu vücudumun her hücresinde hissetmiştim.
Bakışları buzu aratmayan gözlerini biraz daha üzerimden çekmezse donarak ölecektim sanırım. Gözlerimi başka yöne çevirmek, nefesimi kontrol etmek benim için doğduğum andan beri ilk kez bu kadar zor olmuştu.
Zar zor da olsa konuşabilmiştim.
"Affedersiniz, sizi görmedim."
Bir şey söylemesini, gülümsemesini en azından bir tepki vermesini beklemiştim. Fakat karşımda duran adam bana tek bir kelime bile etmeden bakmaya devam ediyordu. Tedirgin hissetmiştim. Yoksa o da benim ona ne kadar benzediğimi mi düşünüyordu? Bilmiyordum. En sonunda cevap vermişti.
"Sorun değil."
Sesi de gözleri gibi buzdan farksızdı. Fakat duyduğum iki kelimenin beni bu kadar rahatlatacağını asla düşünmemiştim. Uzun zaman sonra kanımın bu kadar çekildiği birisiyle karşılaşmak, diyalogu devam ettirmeyi istememe sebep olmuştu. Karşımdaki adamın benimle bu kadar benzer genler taşıdığını görmek, bana kendi dünyamdaki insanları hatırlatmıştı.
Adam, onunla bu denli tanışmayı istememe karşın, cevabını verip kitabını incelemeyi tercih etmişti. Fakat ben durmayacaktım. Bu yüzden neler olacağını düşünmeden konuşmaya devam etmiştim.
"Sakıncası yoksa bir şey sorabilir miyim?"
Kitaptan gözünü ayırmadan cevap verdi
"Sizi dinliyorum."
"Böyle kişisel bir soruyu sormamı nasıl karşılarsınız bilmem, fakat nereli olduğunuzu merak ediyorum."
Keskin gözlerini gözlerimde buluşturdu ve ben bir kez daha buz kesildim.
"Peki siz nerelisiniz?"
Cevap verememiştim.
"Ben de öyle düşünmüştüm."
Adam kitabını kapatıp sağımdan geçerek çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Heyecanla sorusuna cevap verdim.
"Begonya."
Adam aniden durdu, ifadesiz bir yüzle bana döndü.
"Anlamadım?"
"Begonyalıyım."
Pergonya yaşadığım ülkenin ismi, Begonya ise bu dünyada kullandığımız şifresiydi. Bu şifreyi, beni anlayacağını düşünerek söylemiştim. Fakat adam asla duruşunu değiştirmemiş, sadece bana doğru yürüyerek aramızda kısa bir mesafe bırakmıştı.
"Neyden bahsettiğinizi bilmiyorum fakat kendinize eğlenecek başka birini bulun. Çünkü ben hiç eğlenmiyorum."
Cümlesini söylememiş, tükürmüştü adeta. Sanki biraz daha konuşursam beni soğuk gözleriyle donduracakmış gibiydi. Ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Bu kadar sert bir tepki ile karşılaşacağımı düşünmemiştim. Kelimelerimi seçmeye çalışırken zaman beni beklemiyordu. Bu yüzden hızlıca bir şeyler söylemeye başladım.
"Bakın, gerçekten sizinle eğlenmiyorum. Dış görünüşüme bakar mısınız? Sizce de bu kadar benzer genler taşıyor olmamız tesadüf mü?"
Söylediklerimi bitirince beni az önce görmüş gibi incelemeye başladı. Saçlarımı, gözlerimi, dudaklarımı... Yüzümdeki bene bile gitmişti gözü. O beni incelerken ben de onu incelemeye başlamıştım. Cildi benim cildimden de soluktu. Göz çevresinde pembe halkalar vardı. Tabuttan yeni çıkmış, fakat hala içinde bir yerlerde ılık bir ruh taşıyor gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KAN
Teen FictionTanrı sahip olduğu kudretli ışıktan bir parça bölmüş ve beyaz kanlı insanlara vermişti. Bu yüzden beyaz kanlı insanlar, tanrının kendisine en yakın olan çocuklarıydı. Nancy Kosamov, beyazlar dünyasında doğmuş psişik bir insandı. Hükümetin onu kırmız...