11. Bölüm

661 83 22
                                    

"Harry! Kalk hadi! Bu gün çok işimiz var!" diye bağırdı Remus mutfakta kahvaltıyı hazırlarken. Bir elinde yumurta tavası, diğerinde kızarmış ekmek tabağı duruyordu. Masayla tezgah arasında mekik dokuyordu.

Bir hafta önce, Harry'nin Hogwarts mektubu bir okul baykuşu tarafından getirilmişti. Bu gün de okul alışverişi yapacaklardı. Bu konu da Remus aceleci davranıyordu. Gerçi Remus gelenelde hep aceleci davranıyordu. Evhamlı bir evebeyndi.

Harry zaten ayaktaydı, o geceyi de bir öncekiler gibi şatosunda geçirmişti ve bir iki saatlik uykuyla ayakta duruyordu. Beatrice için nöbet tutmak zorundaydı çünkü kabuslarına hala çare bulamamıştı. Bu konuda kendini fazlasıyla suçlu hissediyordu. İçten içe her şeyin Dumbledore'un suçu olduğunu biliyordu ama eli kolu bağlı olduğu gerçeği ortadayken bunu düşünmesi kaçınılmazdı.

"Hadi Harry!"

Remus'un bağırışını duyarak Harry bu konuyu erteledi, bir kez daha.

Çocuk vücuduna büründüğü sırada, "Geliyorum!" diye seslenmişti. Üzerine hızlıca günlük bir cüppe geçirdi. Aynanın karşısında saçlarını daha da karıştırdı. Gözlüklerini düzeltirken çoktan kapıya yönelmişti bile.

Ev, bir artı birdi. Açık mutfak. Dağınık bir salon. Harry evin içinde ki tek odada yalnız kalıyordu ve Remus salona kök salmış durumdaydı. Eskiden; James ve Sirius yatak odasında, Remus ve Peter salonda ki koltuklarda uyuyordu o zamanlar. Hepsi Hogwarts'dan yeni mezun olmuşlardı. Sirius ve James bakanlıkta staj yapıyorlardı. Seherbaz çırağı olarak görev yapıyorlardı. Sirius, eğer o talihsiz olay yaşanmamış olsa şimdi belki Başseherbaz olmuş olabilirdi.

Harry, düşüncelerinden sıyrıldı. Remus'un hazırladığı kahvaltı sofrasına otururken, "Tam bir çalar saat gibisin Remus..." diye söyledindi.

Remus'un yüzüne buruk bir sırıtış yayıldı. Biraz duraksayıp anılara daldı ve kendine geldiğinde, "Baban da öyle derdi..." diye mırıldandı.

Harry, aynı Remus gibi burukça gülümsedi. Ailesi hakkında güzel düşüncelere daldığı sırada Ölüm'ün Efendisi olmanın ona kattığı şeyleri hatırladı. Eğer isterse hemen gidip annesini ve babasını görebilirdi. Acaba Beatrice'i de yanımda götürebilir miyim diye düşündü. Bu arada Ölüm onu, "Yanında bir kişiyi Ölüler Alemine sokabilkrsin, Usta. Fakat yarım saatten fazla kalırsa yanında ki kişi bir daha oradan çıkamaz. Ve sen de benim efendim olma ayrıcalığını kaybedersin." diye bilgilendirdi.

Harry kendi kendine başını salladı. Bu hareket Remus'un dikkatinden kaçmamıştı. Harry'nin kendi kendine baş sallaması, gülümsemesi ya da hüzünlenmesine alışmıştı. Onu düşünceleriyle baş başa bırakıyordu. "Hadi, ye yemeğini." dedi. Kendisi de masaya oturdu. "Diagon Yolu'na gidip okul alışverişini yapacağız ayrıca ben Gringotts'a uğrayıp biraz para çekeceğim."

Harry başıyla adamın planlarını onayladığını gösterdi. Eğer Remus ile büyümüş olsa tüm hayatı farklı olabilirdi. Ama olmamıştı. Ve artık imkan dahilinde değildi. Beatrice'i bulduğu için şükretmediği tek bir gün yoktu. Sonsuza kadar onu koruyabilecekti. Bir kez daha zarar görmesine izin vermeyecekti. Artık herkesi koruybilirdi. Sirius'u, Remus'u, Hermione'yi, Beatrice'i...

"Harry, Harry! Kahvaltını bitir, acele et."

"Tamam, Remus..."

...

Harry, Remus ile Gringotts'a gelmişti ve o kendi kasasına gider gitmez bir cincüceye yaklaştı. "Mr Ragnar'ı arıyorum, kendisi kasalarımdan sorumlu kişi." dedi.

Cincüce ters ters baktı. "Beni izleyin." dedi.

Harry'yi, Ragnar'ın ofisine getirmişti. Ragnar ise çocuğa bakıp kaşlarını kaldırdı. Tahmini on-on bir yaşlarındaydı ama onu tanımamak imkansızdı. Siyah, kuzgun karası saçlarının ardında ki yara izi gözden kaçamayacak kadar dikkat çekiciydi. Herkes Harry Potter'ın şimşek şeklinde bir yara izine sahip olduğunu bilirdi.

Ragnar ayaklanırken diğer cincüceye gitmesini işaret etti. Yalnız kaldıkları zaman, "Harry Potter." dedi. Şaşırmış görünüyordu. "Sizi görmeyi beklemiyordum."

Harry, "Seni tekrar görmek güzel, Ragnar." dedi.

Ragnar, doğuştan çatık olan kaşlarını daha da çattı, "Daha önce karşılaşmış mıydık?"

Harry sırıtıp başını iki yana salladı. Sonra, Lordluklarının Ragnar için görünür olmasını istedi. Yüzüklerle kaplı elini havaya kaldırdı.

Ragnar başını iki yana sallıyordu. "Bu- bu mümkün değil. Yüzükler kasada. Onları almış olman imkansız. Daha on yaşındasın!"

Ama Harry çok sakin görünüyordu. "On değil," dedi alacağı tepkiyi bilip zevk alarak. "Yüz altmış sekiz yaşındayım."

...

Harry, Remus ile Gringotts'dan çıkıyordu.

Yolda ilerlerlerken adam etrafa bakındı, en yakında Flourish and Blotts vardı. "Eh, kitaplarla başlayalım o zaman." dedi.

Harry baş salladı. Oysa kitaplar hiç ilgisini çekmiyordu. Orada ki her bir kitabı okumuştu. Hatta fazlasını. Eline geçen her şeyi okurdu, satılması yasak kitaplar, kara büyü kitapları, tarih kitapları, hatta Muggle kitaplarını bile. Okuması ilgi çekici olan kitaplar artık Diagon Yolu'nda bulamayacağı kitaplardı. Bu yüzden ihtiyacı olan kitapları olabildiğince hızlı bir şekilde alıp diğer ıvırzıvırlara geçtiler.

Alışverişin sonunda Harry son derece mutluydu; elinde kocaman iki top çikolatalı dondurma olduğu için değil, diğer elinde büyük bir kafesin için kar beyazı baykuşu Hedwig'i tuttuğu içindi hemde. Diğer hayatında Harry'yi kurtarmak için kendi canını feda eden kuşunu geri almaktan mutluydu.

Öte yandan bir yapılacaklar listesi hazırlaması gerekiyordu. O kadar çok planı vardı ki hangi sırayla gerçekleştirmesi gerektiğinden emin değildi.

Sirius'u kurtaracak, Voldemort'un hortkuluklarını toparlayıp aklını başına devşirsin diye tekrar birleştirecek; Voldemort'u, Grindelwald'u, Slytherin'lileri, eski dostlarını müttefik edinecek; kız kardeşini kabuslarından kurtaracak, Bakan Fudge'ı koltuğundan edecek, Dumbledore'u öldürecek, büyücülerin dünyaya hükmetmesi için elinden geleni yapacaktı, ayrıca diğer büyü bakanlıklarını da yanına çekecekti. Tüm bunların yanında bir çocuk gibi davranıp insanları şüphelendirmeden bir süre güven kazanmalıydı. Üstüne üstlük annesi ve babasını görmek için Ölüler Diyarı'na bir uğraması da gerekiyordu.

Tüm bu işleri aklına getirmemeye çalışarak dondurmasını yedi. Daha önünde sonsuz vakit vardı.

Tam Remus'a bakarak yürüdüğü sırada birine çarpıverdi. Ve anında listeye bir madde daha ekleniverdi. Hermione ile tanışıp onu kendine aşık et.

Onca insanın içinde gidip Hermione Granger'a çarpmıştı. Yetmezmiş gibi elinde ki dondurmayı onun tam üzerine düşürüvermişti. Ne yapacağını bilemeyerek kıza bakakaldıktan sonra, "Affedersin-iz, ben- üzgünüm-

Hermione eli ayağına dolaşan çocuğa gülümsedi. "Önemi yok," dedi. "Ben de önüme bakmıyordum, soru değil."

Harry, sevgilisinin çocukluğuyla karşılaşmayı hiç beklemiyordu. Yani şimdi olmasını beklemiyordu. Gülümsemesine özlemle bakmamalıydı, ona sarılmamalıydı, gözleri dolmamalı, yaşlar akmamalıydı. Tek yapabildiği bakmaktı, öylece bomboş gözlerle bakmak.

Yüz elli yıllık hasreti ardından sevgilisini tekrar görüyordu. Ama ona sarılamıyordu.

Aklına Grimmauld Meydanında yaşananlar gelirken gözleri yaşlarla dolmasın diye dişlerini sıktı. Öyle bir sıktı ki çenesi sızladı. Hermione'nin cansız bedenini düşünmemeye çalıştı.

Kız uzaklaşırken arkasından bakmaya devam etti.

Remus yarım ağız sırıtmaktaydı. Yeğeninin karışık saçlarını iyice karıştırdı. "Ah, boşuna babana çektiğini söylemiyorum..." diye mırıldandı.

Harry ise bunu duyamayacak kadar derin düğüncelere dalmıştı...

...

Harry Potter "İkinci Şans"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin