8.5

181 12 0
                                    

  Minibüsün kamyonetime çarpmasıyla çıkan garip sesi duymadan hemen önce, bir şey bana sertçe çarptı, ancak bu darbe beklediğim yönden gelmemişti. Başımı buzlu yere çarptım, beni yere yapıştıran sert soğuk bir şey hissettim. Kamyonetimi yanına park ettiğim taba rengi arabanın arkasında kaldırımda yatıyordum. Başka ne olduğunu anlayacak fırsatım olmadı çünkü minibüs hâlâ hareket ediyordu. Büyük bir gürültüyle kamyonetin arkasında döndü ve yine kayarak üstüme geldi. Alçak sesle edilen bir küfür duyunca yanımda biri olduğunu fark ettim; bu sesi tanımamak
imkânsızdı. İki uzun, beyaz el beni korumak için önüme uzandı. Minibüs yüzüme birkaç santim uzaklıkta durdu. İri eller, şans eseri minibüsün gövdesinin yan tarafındaki oyuğa girmişti.

Sonra eller o kadar hızlı hareket etti ki görmek imkânsızdı. Bir eli minibüsün gövdesinin alt tarafını kavradı. Bir şey beni sürüklüyordu; bacaklarım taba­rengi arabanın lastiklerine değene
kadar oyuncak bebek gibi çekti beni. Metalik bir gürültü kulaklarını tırmaladı, camı patlayan minibüs bir saniye önce bacaklarımın bulunduğu yere yerleşti. Çığlıklar başlamadan bir saniye önce derin bir sessizlik oldu. O müthiş karışıklık içinde, bir sürü
insanın adımı bağırdığını duyabiliyordum. Ancak Emir Vural’ın kısık ve telaşlı sesini bütün
bağırışlardan net duydum.

“Berk? İyi misin?”

“İyiyim.” Sesim garipti.
Oturmaya çalıştım ve beni kendi bedeninin yan tarafına sımsıkı bastırdığını hissettim.

“Dikkat et,” diye uyardı beni, ben kalkmaya çalışırken. “Sanırım başını çok sert vurdun.” O an sol kulağımdaki şiddetli ağrıyı fark ettim. “Ah,” dedim şaşkınlıkla. “Ben de öyle düşünmüştüm.” Garip ama, kahkahasını bastırmaya çalışır gibiydi.

“Nasıl…”sesim hafifledi. Kafamı toplamaya, mantıklı düşünmeye çalıştım. “Nasıl o kadar hızlı yetiştin?”

“Tam senin yanında duruyordum Berk,” dedi, sesi yine ciddileşmişti.

Yine oturmaya çalıştım; bu kez bana izin verdi. Bileğimi sıkan elini gevşetti; dar alanın elverdiği ölçüde benden uzaklaştı. Onun ilgili, masum yüzüne baktım; altın rengi gözlerinin gücü yine aklımı başımdan aldı. Ona ne soruyordum? Derken bizi buldular. Gözlerinden yaşlar süzülen bir sürü insan birbirlerine ve bize sesleniyorlardı. “Hareket etme,” diye talimat verdi biri.

“Alperen’i minibüsten çıkarın!”diye bağırdı bir başkası. Etrafta müthiş bir koşuşturma vardı. Ayağa kalkmaya çalıştım ama Emir'in soğuk eli omzumu tutup bastırdı.

“Bir süre böyle kal.”

“Ama çok soğuk,” diye yakındım. Bıyık altından gülmesi beni şaşırttı. Her şeyin bir yeri vardı.

“Sen ötedeydin,” diye hatırladım. Gülümsemesi bir anda kayboldu. “Arabanın yanındaydın.”
Yüzündeki ifade sertleşti.

“Hayır, değildim.”

“Seni gördüm.” Etrafta tam bir karmaşa hâkimdi. Kaza yerine gelen yetişkinlerin boğuk seslerini
duyabiliyordum. Ancak ben inatla tartışmamızı sürdürmeye çalışıyordum; ben haklıydım, o da bunu itiraf edecekti.

“Berk, beni senin yanında duruyordum ve seni yoldan çektim.” Çok önemli bir şey söylermiş gibi, gözlerinin o müthiş, etkileyici gücünü bana yöneltti.

“Hayır,” dedim başımı kaldırarak.
Gözerlindeki altın parladı. 
“Berk, lütfen.”

“Neden?” diye sordum.

“Bana güven,” diye yalvardı yumuşak bir sesle.

Artık siren seslerini duyabiliyordum.

“Bana her şeyi daha sonra anlatacağına söz verir misin?”
“Peki,” diye homurdandı aniden öfkelenerek.

Bende öfkeyle tekrarladım.
“Peki.”

  Sedyeyi getirebilmek için minibüsü altı sağlık görevlisi ve iki öğretmen  itip bizden uzaklaştırdı. Emir kendisi için getirilen sedyeye uzanmayı kesinlikle
reddetti, bende aynı şey yapmak istedim ama hain Emir onlara başımı çarptığımı ve büyük olasılıkla şok geçirdiğimi söyledi. Bana boyunluk taktıklarında utancımdan ölecektim. Hemen bütün okul orada durmuş, benim ambulansa bindirilişimi izliyordu. Emir ambulansın ön tarafına binmişti. Çok sinir bozucuydu.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, beni oradan götürmelerine fırsat kalmadan amcam geldi. Sedyede beni görünce,

“Berk!” diye bağırdı panik içinde.

“Ben çok iyiyim amca.” İçimi çektim.

“Bir şeyim yok.”

Benim söylediğime inanmayıp en yakınındaki sağlık görevlisine sordu. Beynimde dönüp duran
karmaşık imgeleri yorumlamak için amcamı duymazdan geldim. Beni arabanın yanından kaldırdıklarında taba rengi arabanın tamponundaki derin çukuru görmüştüm. Tam Emir'in omuzlarına uyarak genişlikte uyacak bir çukurdu bu. Kendimi arabaya siper etmiş ve arabanın kaportasının içine çökmesini sağlayacak bir güç sergilemişti sanki.

  Ailesi de oradaydı; olup bitenleri uzaktan izliyordu. Yüzlerinde hoşnutsuzlukla öfke karşımı
ifadeler vardı; ancak hiçbiri kardeşinin sağlığından endişe etmiyor gibiydi.
Gördüklerimi açıklayabilecek mantıklı bir çözüm düşünmeye çalıştım; benim deli olduğum varsayımını çürütecek bir çözüm. Doğal olarak hastaneye giderken bir polis arabası da bize eşlik etti. Beni otobüsten indirirken,
kendimi aptal gibi hissettim. İşin kötüsü, Emir hastane kapısından yürüyerek girmişti. Dişlerimi gıcırdattım. Beni açık renk uzun perdelerle birbirinden ayrılmış bir sıra yatağın bulunduğu acil servis
odasına yerleştirdiler. Bir hemşire koluma tansiyon aleti taktı ve dilimin altına da bir termometre yerleştirdi. Kimse etrafımdaki perdeyi çekip mahremiyetimi korumayı akıl etmediği için, o aptal boyunluğu daha fazla takmak zorunda olmadığını düşündüm. Hemşire gider gitmez boyunluğu
çıkarttım ve yatağın altına attım.

  Hastanede yine bir telaş yaşandı; yanıma başka bir sedye getirdiler. Devlet yönetimi dersinden arkadaşım olan Alperen idi bu; başı kan içinde kalmış bandajlarla sımsıkı sarılıydı.
Benden yüz kat kötü görünüyordu. Ama endişeyle bana bakıyordu.
“Berk, çok üzgünüm!”
“Ben iyiyim Alperen. Sen berbat görünüyorsun, iyi misin?”

  Biz konuşurken hemşireler kanlı sargıları çıkarmaya başladılar. Alperen'in alnındaki ve sol
yanağındaki kesikler ortaya çıktı.
Beni duymamış gibiydi. “Seni öldüreceğimi sandım! Çok hızlı gidiyordum, buza çarptım,
sonra…”

  Hemşirelerden biri yüzüne dokununca sıçradı.
“Üzülme, çarpmadın bana.”

“Nasıl o kadar hızlı çekildin yolumdan? Bir an önümde gördüm seni sonra yok oldun.”

“Şey…. Beni Emir çekti.”

Kafası karışmıştı. “Kim?”

“Emir Vural, o sırada yanımda duruyordu.” Hiçbir zaman yalan söylemeyi beceremedim.

Yine pek inandırıcı değildi söylediğim.
“Vural mı? Onu görmedim… Tanrım, her şey o kadar hızlı oldu ki… O iyi mi?”

“İyi sanırım. O da burada sedyeye yatmayı kabul etmedi.”

Deli olmadığımı biliyordum. Peki ne olmuştu? Gördüklerimi açıklamanın hiçbir yolu yoktu.

  Başımın röntgenini çekmek için beni tekerlekli sandalyeyle götürdüler. Onlara hiçbir şeyimin olmadığını söyledim. Haklıydım. Sarsıntı bile geçirmemiştim. Gidip gidemeyeceğimi sordum. Hemşire önce doktorla konuşmam gerektiğini söyledi. Acil serviste hapsolmuştum. Alperen'in
özürlerinden ve bunu telafi edeceğine dair yeminlerinden sıkılmıştım. Defalarca iyi olduğumu söylememe ve onu ikna etmeye çalışmama rağmen, kendi, kendine işkence etmeye devam etti. Sonunda gözlerimi kapattım ve onu duymazdan geldim. O da pişmanlık içinde mırıldanmayı sürdürdü.

Alacakaranlık(GAY)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin