İlahi Bakış Açısı
Kadının bu dünyadan ayrıldığı günden bir gün sonra güneş ışığını göstermiş, dün kadın için ağlayan gökyüzü bile onu umursamayıp Güneş'i göstermişti. Kadının beklediği adam oraya hiç gelmemiş mektup olduğu yerde hırkaya sarılmış bir şekilde durmaya devam etmişti.
Ormanda yürüyüş yapmaya çıkan genç adam ilk defa geçtiği patikadan bir köprüye ulaştığında, uzun zamandır yürümekten bitkindi. Siyah saçları terden yüzüne yapışmış ellerini dizine koyarak nefesleniyordu. Daha önce buradan geçmemesine rağmen ormanın içini merak ederek yürüyüşünü uzatmıştı.
Ulaştığı eski ahşap köprüden ormanın diğer yarısına geçmeyi ve daha çok yeri keşfetmeyi düşünüyordu ama köprünün neredeyse ortasında duran hırkaya sarılmış bir şey gördüğünde merakla ona doğru ilerledi. Etrafta dün yüzünden kalan bir toprak kokusu vardı. Adam eğildi ve hâlâ nemli olan hırkayı açarak içindeki kalın zarfı gördü. Üstünde bir isim veya adres yoktu.
Başkasının zarfını açmak ona yanlış geldi ama merakına yenik düşüp zarfın mumla mühürlenen ağzını açtı. İçinden çıkan uzun uzadıya yazılmış bir mektup ile karşılaştığında bunu sahibinin burada unutmuş olabileceğini bu yüzden onu mektuptaki isime götürebileceğini düşünüyordu ama mektupta yazan isimi daha önce hiç duymamıştı
Sevgili ..., diye başlayan mektup sayfalarca ilerliyordu. Naif, hoş bir yazı ile yazılmış mektubun son sayfasına ilerledi genç adam, belki orada bu mektubun kimden olduğu yazıyordur diye. Son satırda bir isim yazmıyordu. Bir cümle yazıyordu ve bu cümle adamın tüylerini nedensizce diken diken etti.
"Çünkü yarım kalmayan aşklar hatırlanmaz her şeyim... Elveda."
Genç adamın meraklı kahverengi gözleri etrafta dolaştı ve biri var mı diye kontrol etti. Yanıltıcı nisan havası güneşli görünüyordu ama sert esen rüzgârlar yaprakları hareket ettiriyor, insanların genelde uğramadığı bu ormanda ürkütücü bir hava yaratıyordu. Genç adam içine şimdiden yerleşen suçluluk duygusuna rağmen mektubun ilk sayfasını eline aldı.
Sevgili ...,
Bu mektuba nasıl başlamam gerektiğini bilemiyorum, sana nasıl elveda diyeceğimi bilemiyorum. Bir yıldır her gün olduğu gibi seni göremeyecek olmak, beni her şeyden vazgeçirebilecek tek şey. Ama kimi kandırıyorum ki, benim yokluğumu umursayacağına neden inanıyorum? Aslında inanmıyorum, inanmak istiyorum. Bunu yazarken aslında adını bile bilmediğim gerçeğini görmezden gelmeye çalışıyorum. Çünkü sen benim bir isim koyarak bir kalıba uyduracağım biri olmadın hiç. Olmanı hiç istemedim. Sen benim her şeyim oldun, hiçliğim oldun, sıfırıncı basamaktaki tek direnç kaynağım oldun.
O ilk karşılaştığımız günü çok iyi hatırlıyorum her şeyim, her detayıyla. Gene çıkmıştım evden insanlar kendini göstermeden. Tıpkı ondan bir yıl önceki gibi bir hışımla varmıştım köprüye. İki yıl önce korkuyordum ölümden ama seninle karşılaştığım yıl emindim bunu yapacağıma. Atacaktım kendimi birkaç metre derinliğindeki nehire çekecektim cezamı. Ama oraya vardığımda sende oradaydın sevgilim. Pek sağlam olmayan köprü korkuluklarına oturmuş ayaklarını aşağıya uzatmıştın.
Tıpkı benim gibi yataktan bir hışımla çıktığın belliydi. Kumral, dalgalı saçların dağılmış gözlerinin altı uykusuzluktan siyahlaşmıştı. Üstündeki siyah ince pijamadan başka hiçbir şey giymiyordun. Boş yeşil gözlerinle akan nehiri izliyor, sert esen nisan rüzgârlarına karşı koymak için hiçbir şey yapmıyordun. Öfkeden mi üzüntüden mi bilinmez dişlerini sıkıyor elinin altındaki tahta korkuluğu sıkmaktan boğumlarını beyazlatıyordun.
Orada bana engel olabilecek biri olduğu düşüncesi sinirimi bozmuştu ama o gün kararlıydım sen orada olsan bile kendimi o nehire atmaya. Sen benim aksime sudan korkmazdın. Yavaşça ilerlemiştim köprüye doğru, duyduğun gıcırtılar ile bana dönmüş birinin burada olmasına şaşırıp kocaman açılan yeşillerini gözlerimle buluşturmuştun. Ne sen ne de ben konuşmuştuk. Ben, seni umursamadan o korkulukta yanına oturmuş kendimi atacaktım.
Korkuluktan kırılacağını gösteren birkaç ses geliyordu, artık birine zarar vermek istemediğim için kendimden olabildiğince hızlı vazgeçmiştim. Kendimi ileri doğru ittiğimde kendini korkuluğa sabitlediğin ellerinden birini önüme koymuştun. "Senin için hayattan vazgeçmek bu kadar kolay mı?" diye sormuştun. "Evet," demiştim ama değildi isimsizim. Başka birine, sana zarar verme ihtimalim yüzündendi kendimden vazgeçişim.
Eğer korkuluk kırılsaydı ikimizde düşerdik ama bunu umursar bir hâlin yoktu. Sadece gözlerimin içine bakarken bir şeyleri çözmeye çalışır gibi gözlerini kısıyordun. Elini ittirdim, seninde suya düşmeni istemedim. Korkuluktan çıkan sesler arttı. Elinden kurtulamayacağımı anladığımda kendimi geriye atarak köprüye düşmüş, önceki gün yağan yağmurdan dolayı nemli olan yerle buluşmuştum.
O günün üzüntüsü ve siniri birleşmiş dolu gözlerle sana neden orada olduğunu bağırmıştım. Şimdi düşününce yüzümde bir gülümseme oluşturuyor. Benim aksime üzüntünü veya sinirini hiç sesine yansıtmadın soğuk sesinle "Seninle aynı sebepten." dedin sadece. O zaman buna çok şaşımıştım, beni engellemene rağmen kurtuluş için orada olduğuna.
Şimdi anlıyorum, benim gibi sende kendi ölümün yaşanırken başkasına zarar gelmesini istememiştin. O gün oradan gitmek isterdim ama yapamazdım. Bu ölümü bir yıl daha erteleyemezdim. Her yıl bu köprüye gelip ölümle bakıştığımda korkup kendime bir yıl daha vermeye karar verirdim. Her seferinde daha kötü bir şey olamaz, zamanla her şey düzelir gibi şeyleri söylerdim kendime. Düzelmez sevgilim, zaman hiçbir şeyi düzeltmez.
O gün saatlerce gideceğim işimi de boşvererek senin oradan ayrılmanı beklemeye başladım. Sen gittikten sonra bu işi bitirecektim. Gitmedin, sanki benim başka gün ölemeyeceğimi biliyor gibi saat gece yarısını vurana kadar oradaydın. Hayatımı bir yıl daha uzattığın için sana minnettar olacağımı hiç düşünmemiştim ama sana minnettarım.
Saatlerce orada konuşmadan akıp giden nehiri izledik. Sen oturduğun korkuluktan hiç kalkmadın, suya düşmekten hiç korkmuyordun. 17 Nisan günü sona erene kadar oradaydın. O akşam saat gece yarısını geçtiği gibi oradan uzaklaşmıştım. Evim demek bile istemediğim yere geri dönerken kafamdaki ses hiç susmamıştı. İntiharı bile beceremeyecek kadar beceriksiz biri olduğumu, bir korkak olduğumu bağırmıştı bana.
Ertesi gün gene erkenden vardım o köprüye. Bu sefer niyetim hayatıma son vermek değildi. Sana ilk görüşte âşık olup seni görmeye de gelmemiştim. Biliyorsun sevgilim, ben ilk görüşte aşka inanmam. Aşka da inanmam. Senin hâlâ intihar edip etmediğine bakmak için gittim. Gittiğimde tıpkı ilk tanıştığımız günkü gibi ayaklarını uzatmış akıp giden suyu izlemeye devam ediyordun.
Garip biri, demiştim içimden. Orada ölüm ile yaşam arasında duruyor korkusuzca ve boş gözlerle suyu izlemeye devam ediyordun. Günlerce sabahtan kalkıp senin yanına gelirdim, ikimizde konuşmazdık ama bunu yapmam bir alışkanlık hâline geldi.
İlk sayfa bittiğinde genç adam bu intihar mektubuna dehşete düşmüş gözlerle bakmayı sürdürüp diğer kağıdı eline aldı.
"Seninde intiharı denediğin o günü hatırlıyorum, hem de her detayıyla."
diye başlıyordu adam okuduklarını sindirmeye çalışırken nemli olan köprüye oturdu ve birkaç sayfası daha olan mektubu okumaya devam etti.
Bu kısa bir kurgu olacak.
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz
----->

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIFIRINCI BASAMAK
General FictionTanrı yoktu, kader yoktu, aşk yoktu. Kadın, hiç inanmamıştı onu koruyan bir varlığın olduğuna. Kadın, inanmak istememişti kader boyunduruğu altında aslında özgür olmadığına. Kadın, hiç bilmemişti aşk duygusunu. Hayat ona bir şans vermemişti yaşaması...