Senin bu mektubu eline aldığında çatılacak kaşlarını hayal edebiliyorum. Eğer ruh varsa bir ruh olarak yanında olduğumu, eğer Tanrı varsa onun yanında seni izlediğimi sana temenni ediyorum. Sana doğrularımı sunuyorum, çünkü biliyorum. Yalanlar üzerine kurulan her şey sonunda yok olmaya mahkumdur. Ama ben senin hatıralarından yok olmak istemiyorum. Hayatında gördüğün en iyi kişi olarak hatırlanmakta istemiyorum. Ben, senin beni hatıralarına dönüp baktığında kendini tüm doğrularıyla, gerçekleriyle sunmuş tek kişi olarak görmeni istiyorum.
Bu mektubun tek amacı bu. Nereden ve nasıl başlayacağımı bilmesem de sana uzun bir hikayeyi özetleyerek anlatacağım. Ben eskiden şimdinin aksine aşka inancını hep diri tutan biriydim. Her ne kadar kötü biten ilişkileri görsem de, etrafımdaki yalanları hissetsem de inanıyordum işte. Bir adam vardı, tıpkı sende var olan kadın gibi. Aşık oldum ben o adama. O kadar kör oldum ki yalanları, sırları, kusurları göremez oldum. Aptallaştım resmen. Ben o adamı senin bana o kadını anlattığın gibi parlayan gözlerle anlatamam. Çünkü ben ona senin o kadına bağlı olduğun gibi bağlı değildim.
Ben o adamla evlendim, hayatı masallar gibi sanırdım o zamanlar. Prensle evlenince sonsuza dek mutlu yaşanan masallardan sanırdım. Sana onunla evli olduğum yıllar boyunca tıpkı bir tiyatro oyunun parçasıymışım gibi nasıl roller takınıp kılıktan kılığa girildiğini uzun uzun anlatabilirim. Ama buna gerek yok, ben senin uzun uzadıya yazılan kelimeler olmasa da beni anlayacağına bütün kalbimle inanıyorum. Her ne kadar o kalp artık kan pompalamasa da.
Meğer benim ömrümü adadığım tiyatro oyununun sahnesi ne iğrençliklere, ne ihanetler sahne olmuş, diye düşünmüştüm bir zamanlar. "Peki bu senaryonun yazarı kimdi?" diye düşünmüştüm yıllarca. Ben ömrümü adadığım o tiyatro oyununda sadece bir figürandım işin sonunda. Başrollerin mutlulukları için hayatını adayan aptal bir figürandım. Ben aldatıldım. Hem de bunu bir kız çocuğuna karnımda hayat verirken öğrendim.
Nasıl öğrendiğimi ve yapılan kavgaları sana anlatmayacağım. Gereksizler benim için. Çünkü senin aksine ben o adam için ölüme gitmek istemedim. Ben karnımdaki bebeğim için ayağa kalktım. O bebek benim siyah beyaz tiyatromda var olan bir gökkuşağıydı. Çok tatlı bir kızdı. Güldüğünde gözlerinin kısılmasını sağlayan elma yanakları vardı. Uzun kirpiklerinin ardından kocaman açtığı gözleriyle istediği şeyi kibarca sorardı. Hayır deme yollarını sana kapatırdı. Şimdi bunu yazarken gözyaşlarım istemsiz akıyor yanaklarımdan. Çünkü Tanrı'nın şuana kadar bana sunduğu tek lütuf olan kız benim ölümüm oldu.
Aradan yıllar su gibi akıp geçti. O akıp giden yılları tıpkı senin her gün izlediğin nehrin suyu gibi izledim. Kızım sekiz yaşına geldi. O kadar neşeli bir kızdı ki, etrafında hiçkimsenin üzgün olmasına izin vermezdi. Ama bir gün... Bir gün ben çok büyük bir hata yaptım. Onunla birlikte bir yere çıkmıştık, neresi olduğunu hatırlayamıyorum. Akşam geri dönüyorduk, cadde kalabalıktı. Ve o, gördüğü bir yavru köpeğe bakmak için insanlardan uzak bir ara sokağa gitti.
Kaşla göz arasında kaybolduğunda panikledim, yolda gördüğüm herkese sordum ama onu bulamadım. En son çare olarak polisi aradım ama ona ulaşmam zor oldu. Onu buldum ve hayattaydı. Bana koştu, ellerini boynuma sardı, ağladı, ağladı... Saatlerce, nefes alamayacak duruma gelecek kadar ağladı. O başına neler geldiğini anlamamıştı bile, yaşı daha küçüktü. Ama ben anlamıştım. Zorla çekiştirilmiş giysilerinden, bana anlattıklarından.
Pis eller dokunmuştu benim meleğime. Kirletmişlerdi onun küçücük masum bedenini. Bulunamadılar, o şeytanlar sanki kanatlarını açıp Tanrı'nın yanına döndüler. O günden sonra hiçbir şey aynı olmadı. Onun ne eski neşesi vardı ne kısılan gözleri. Eskiden boyadığı evimin duvarlarına çizdiği yeni resimler renkli değildi diğerleri kadar. Benim gökkuşağım griye dönüyordu yavaş yavaş. Her şeyi yaptım, gerçekten yaptım. Bunu kendimi mi yoksa seni mi ikna etmek için söylüyorum bilmiyorum. Ama yaptım, asla affetmeyeceğim Tanrı'ya yemin olsun ki yaptım. Doktorlara götürdüm. Meleğim eskisi gibi olsun diye daha önce hiçbir şey için uğraşmadığım kadar çok ugraştım.
Tam her şey düzeliyor gibiydi. Aradan 2 yıl geçmişti. Benim odama bir gökkuşağı çizmişti o gün. İçimden "Sonunda!" demiştim. "Meleğim, bana geri dönüyor!" ama bilmiyordum ki o resim onun çizdiği son resimdi. O gün bana yürüyüşe çıkmayı teklif etti. Hemen kabul ettim. Onunla zaman geçirmeyi çok severdim. Ormandan ilerledik, yürüdük, sohbet ettik, eskisi gibiydik. Sonra bu köprüye geldik. O bana dedi ki "Gözlerini kapat anne, saklanbaç oynayalım."
Kabul ettim. Eğer bilseydim asla etmezdim ama ettim. Yüzümü bir ağaca döndüm ve saymaya başladım. "Bir, iki, üç... On dört." ve su sesi. Kızım kendisini bu nehre attı. Onu asla yalnız göndermeyeceğimi bildiği için beni de buraya getirdi. Hemen koştum nehre, ama onu kurtarmak için atlayamazdım. Ben sudan çok korkardım. Akıntı meleğimi benden alıp götürürken elimden gelen tek şey çığlık atmak oldu. Bağırarak ağladım. Arayabildiğim herkesi aradım. O nehirden benim kızımın cesedi çıktı. Kırmızı yanaklarıyla düştüğü nehirden bembeyaz bir tenle çıktı.
O günü hatırlıyorum, hem de her detayıyla. Kalbimdeki ağrının hiç dinmediğini hatırlıyorum. Gördüğüm cesedi asla unutamıyorum. Babasının gelip bana bağırışını hiç atlatamıyorum. O iğrenç bir kocaydı, belki iğrenç bir insan ama o kötü bir baba değildi benim meleğime. Bana suçlu olduğumu bağırırken o da kaybettiğine ağlıyordu. "Sen," demişti tükürürcesine. "Onu sen öldürdün!" ve en çok acıtan bunu birinden duymak değildi. En çok acıtan bunun doğru olmasıydı. Ben kendi ellerimle bana verilen tek lütfu yok etmiştim. Tanrı'nın bana verdiği tek hediyeyi ona geri yollayan ben olmuştum.
Ben o gün yemin ettim korktuğum o suda can vereceğime. Meleğimle aynı gün, ölecektim. Neden kendimi onun öldüğü gün öldürmedim biliyor musun? Çünkü ben biliyordum, ölüm bana kurtuluş olurdu. Ben cezamı çekmek istiyordum. Kaybettiğim için cezamı çekmek istiyordum. Bu yüzden önüme bir yıl koydum. Bir yıl sonra meleğimle aynı gün öldürecektim kendimi. Bir yıl her gün yatağımın karşısındaki gökkuşağına bakarak kendime işkence edecektim ve ettim de. Her yıl o korktuğum suya girmenin mi yoksa yaşamanın mı daha zor olduğunu düşündüm. Sonra sen geldin karşıma.
Bir anlığına unutmuştum senin gözlerine bakınca basamakları, duvarları. Bu benim o adama karşı hissettiklerim değildi. Bu aşk değildi. Bu hissin tanımı yoktu. Sana karşı ne hissettiğimi anlatamam belki, tanımlayamam ama hatırlamanı sağlayabilirim. Hissetmeni sağlayamam ama hatırlamanı sağlayabilirim. Şuan ruhum senin karşında, bütün yalanlarıyla, bütün doğrularıyla. Ve ben senin için "yaşayacak" kadar seni severken kendimi öldürüyorum. Çünkü biliyorum, yarım kalmayan aşklar hatırlanmaz her şeyim, elveda...
Genç adam elindeki mektubu bitirdiğinde gözyaşları aktı yanaklarına. O adam bilmedi ama bu mektup aslında hiçkimseyeydi. O mektup kadınının kendisine bıraktığı bir mektuptu. Kadın bir yıl önce bu köprüye geldiğinde kendine yeniden şans vermek istediğinde suçluluğa dayanamadı ve birini yarattı. Tıpkı onun gibi yaralı birini, onu anlayabilecek birini, onu "hatırlayabilecek" birini yarattı. Evet, o adam bu mektubu okumaya hiç gelemedi. Çünkü kadının suda sürüklenen bedeni aklında yarattığı adamı da peşinden sürüklemişti.
Son...
Aslında bir açıklama yapmak istiyorum. Bu kurgunun ilk üç bölümünü aylaaar önce yazmıştım ve yazdığım bazı bölümleri kaybetmiştim. Dün eski taslak kurgularımı okumaya karar verdim ve bu kurguya hızlı bir şekilde devam ettim. Bir günde iki bölüm yazarak bu kitabı tamamladım. Bu kitap her zaman sıfırıncı basamakta kalmaya dayanaman bir kadının intiharını anlattı bizlere. Kadın aslında ölmek istemiyordu ve ölmemek için bir neden aradığı için o adamı yarattı. O adam onu dinleyecek, onunda yaşamaya değer olduğunu düşünecekti. Ona zaman sunacaktı. Kadın bu mektubu o yüzden bıraktı. Mektupta asla adamı intihardan vazgeçirmedi, çünkü o adam zaten kendisiydi. Ve kadın biliyordu ki zaman onun ilacı değildi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIFIRINCI BASAMAK
General FictionTanrı yoktu, kader yoktu, aşk yoktu. Kadın, hiç inanmamıştı onu koruyan bir varlığın olduğuna. Kadın, inanmak istememişti kader boyunduruğu altında aslında özgür olmadığına. Kadın, hiç bilmemişti aşk duygusunu. Hayat ona bir şans vermemişti yaşaması...