chapitre troisième: Havin

76 2 25
                                    

Bonjour mes chéries, nasılsınız?

Ben bugün yapayalnız olduğumu öğrendim. Yani zaten biliyordum ama bugün tescilli belgeyle suratıma çarptı gerçekler.

Umarım bu acı deneyimi, bana söylenenleri hayatımın bir köşesine oturtabileceğim.
Zaten başka çare de yok.

Hikayemize gelecek olursak okunma beni baya şaşırttı açıkçası. Çünkü benim yazdığım şeyleri insanlar beğenmez ve "betimleme yapayım derken kitap yazdığını unutmuşsun" derler.

Evet evet, bugün moralim çok bozuk ve melankolimi de aldım, işte buradayım yine.

Fransızca ve Almanca yüzünden neredeyse ana dilimi unutuyordum ki bir anda kalbimi dürten o lanet arzuyla, kendimi yazarlığa dönmüş gibi hissediyorum.

Havin'i biraz daha deşelim mi, ne dersiniz?

İyi okumalar mes chéries,
Yazarınız Mona ♡

~

Ben senin tarafından mahvedilmekten onur duyarım.
Ölümüm olmandan şeref duyarım.

Havin meleklerden korkardı.
Melekler ona annesini hatırlatır, çocukluğunun resmedildiği korku evine dönerdi. Salçalı ekmeğini usul usul yediği minik öğlen yemeği onu vaadettiği huzurla kandırır, ağlama krizlerini acizlik olarak gören melekler konseyiyle çevrilirdi etrafı.

Havin, çocukluğunun meleğinden korkardı.

İradesiz, iyilik yaptığını dahi bilmeden iyilik yapan melek...
Sadece emredileni yerine getiren, istese kabus bile olamayacak kadar aciz, kutsal melek...

Havin ne zaman o meleği hayal etse, zavallı gülümsemeler gelirdi aklına. Çaresiz, şiddetli fırtınaların parçaladığı gülümsemeler, ölümü hissettiren çatlamış gülümsemeler...

Meleğini parçalayan babası, hançer gibi sivri pençeleriyle her şeyi kirletip kanatan babasını hatırlardı.

Havin kendini bildi bileli çocukluğunun meleğine dönüşmekten korkardı. Kendini canavarlar için mahvedebilecek bir melek olmaktan, Havin çok korkardı.

Aynı anasının gözleri var bu cimcimede.

Aynı anasının yüzü, ne de güzel olacaksın büyüyünce Havin.

Maaşallahı var kızınızın, konu komşuya laf söz çıkmasa bari.

Annesi gibi olmak, Havin için melek olmak demekti.
Havin iradesiz bir melekle, meleği parçalamaya çalışan bir babayla büyümüştü.
Havin, annesinin yetiştirdiği öbür iradesiz meleklerle beraber büyümüştü.

Ve annesine dönüşmekten korkuyordu, ailesinin bir parçası olmaktan ve bu düzenin zavallı bir hizmetkârı olmaktan korkuyordu.

Sanki bir gün babası gibi birisi gelecek, onun iradesini çekecekti damarlarından kendine doğru. Pençeleri geçecekti ruhuna ve melek olmuş Havin düşecekti yaratıldığı toprağa.

Çatlamış gülümsemelerle canavarına bakacak, başka iradesiz musmutlu melekler doğuracaktı. Adına da aşk diyecekti acizliğinin.

Ama böyle olmayacaktı.

Kaçabileceğini sanıyordu.

O zaten melekler gibi gülemezdi ki melek olsun, melekler ağlamazdı ki.

Yanıldığını belki biliyordu, ancak mahvolmak için illa iradesiz bir meleğe dönüşmesi gerekmediğini bilmiyordu.

Havin ölecekti, ama topraktan acıyla çıkacak olan yeni ruhu annesi kadar aciz bir meleğe ait olmayacaktı.

Havin, iradesini teslim etmemiş melekler de olduğunu öğrendiğinde çoktan mahvolmuştu.

Mahvolmasını sağlayacak günü yaşıyordu şimdi.
Yağmur kahve dalgalarını hoyratça sarsıyor, esmer teninde yollar çiziyordu. Kan donduran o gülüşü izliyordu feri gitmiş oniks gözleriyle.

Ne yaptığını kavrayamaz hâlde ara sokağın tam ortasında dikiliyordu. Far görmüş tavşan gibi donakalmıştı.

Tarihi evin saçağını şemsiyeden farksızmışçasına kullanan genç adam ise ona bakıyordu, ek olarak bir de deli gibi gülüyordu.
Omuzlarını süpüren kumral bukleleri ıslanmış, beyaz gömleğine yapışmıştı; yüzüklerle bezeli parmakları bir şişe kiraz likörünü sıkıca kavramıştı.

-Ne güzel bir gün, değil mi?

Adamın kahkahaları arasından zar zor seçebildi sözlerini.
Ya da çocuğun. Adamlar güzel olmazdı.
İnsan sadece çocukken güzeldi.

Ares, Havin'in gördüğü ilk güzel adamdı.

Kahkahaların izini takip ederek girdi saçağın altına. Alkolün mayhoş kokusu karşıladı onu.

-Dedemin adı Eros, biliyor musun?

Başka bir gülüş daha.
Havin hâlâ anın şokunda, ağlamaya devam ediyordu.

Aşmadığı dağlar krizini tetiklemişti.
Dersi ekmişti, hem de kimsenin ona ders notlarını falan vermeyeceğinin gayet de farkındaydı.

-Eros diye imparator mu olur diyorum içimden, çocuklar bile güler sana diyorum ama yüzüne asla söyleyemiyorum. Hem ne zaman baksa bana terk ediliyorum sanki. Ama bakmasa da beni göremez.

Havin burnunu çekti.
Eros açık ara yunan mitolojisindeki en sevmediği simgelerden biriydi.
Ölümü yadsınamaz aşklara verdiği sebebiyet, belki de birbirine ait olamayacak kadar apayrı insanlara attığı zehir saçan oklarıyla tanrı kompleksinin tanımı gibiydi.

-Ne tür bir dedenin ismi Eros olabilir? Yunan mısın?

-İmparator.

-Deden mi imparator, o kadar saçma bir konuşmaydı ki...

Kaçamayacağı ve anahtarını elinin tersiyle iteceği bir kafese tıkılmış gibi hissediyordu.

Ama kesin olan bir şey vardı; Havin yağmurdan nefret ederdi.
Gidebilmesi için yağmurun dinmesini beklemesi gerekecekti.

-Evet, ben de varisiyim onun. Öbür varisinden korkuyor ama beni korkacak kadar sevmez. Kovdu onu da. Eve gitmezsem beni de kovacakmış. Sanki kendi ayaklarım beni o Perili Köşk'e götürürmüş gibi. Saçımı da beğenmedi zaten...

Havin anlamlandıramıyordu ama içinden kopan bir şeyler vardı.

Üşümüştü, iki gündür doğru dürüst bir şey yemiyordu o yüzden karnı da açtı.
Hapsolduğu zaman boşluğundan kurtulmuş sanki, hayatına kaldığı yerden devam edebilirdi.

Dinen yağmurla gidebilir, bu hiç yaşanmamışçasına fakülteye geri dönebilirdi.
Ama hayır, dudakları ona ihanet etti ve yıllardır kıpırdamayan vicdanı benliğini ele geçirdi.

-Evin nerede, diye sordu usulca.

Ares sarhoş sarhoş gülerek şişeyi ona uzattı.

Kiraz likörü...

Kovulmuş MelekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin