chapitre premier: Ares

83 4 17
                                    

Öncelikle Bonjour sevgili okurlar,

Hastalıktan zihnim yanarken öksüre öksüre yatağımda dönüyordum ki, bari ölüp gidersem falan diye bölüm yazıp öyle öleyim dedim.
Artık yarım yamalak da olsa biraz olmuştur diye düşünüyorum. Kısa olduğunu biliyorum, maalesef uzun bölüm yazamama sendromuna girdim, umuyorum ki pek uzun sürmez.

Medyada Ares karakterini ilham aldığım tablodan bir parça ve en sevdiğim şarkılardan birinin olduğu çeviri videosu var.
Bölümü okurken dinleyebilirsiniz diye düşündüm.
İyi okumalar dilerim mes chéries,

Mona☆

~

Pencereyi kıraracasına yağan yağmur, Ares'in kendisini havaalanından beri takip eden hüznüne eşlik ediyordu.

-Özür dilerim dede, çocukluğundan beridir dudaklarına yapışmış sözleri umursamazca mırıldandı.

Yaşlı adam aynı beklendiği gibi kaşlarını çattı, cevap vermedi. Titrek elinde zorla tuttuğu yaklaşık 60 yıllık olan gümüş kahvaltı bıçağını reçele buluyor, bir yandan da Ares'in uzamış, omuzlarından dökülen kumral saçlarına ters ters bakıyordu.

Ares dejavuyla gözlerini kırpıştırarak kendine gelmeyi diledi.
Gevşek prangalarını fırsat bilip üç yıl boyunca sığındığı Marseille, maalesef asıl kürkçü dükkânını unutmasını sağlayamamıştı.

Koyu yeşil kadife perdeler hâlâ sabahın bu erken saatlerinde dedesinin iki suratsız uşağı tarafından özenle açılıyor, tozlu köşkü biraz olsun aydınlatıyordu.
Paha biçilemez heykeller, duvarları adeta yutan devasa rönesans tabloları oldukları gibi dururken, Ares'in dedesiyle beraber saatlerce hareketsiz kalmasının mükafatı olan yağlı boya resimleri de salonun baş köşesinde asılı kalmıştı.

İmparator olan dede, nesiller boyu korunmuş bu Perili Köşk'e hayrandı. Hatta o kadar ki Ares henüz 6 yaşlarındayken, sırf ufacık bir heykelciğin yerini değiştirdiği için dedesi keçileri kaçırmış, onu 2 gün boyunca odasına kilitlemişti.

Perili köşk, atalarından kalan her çöpe takık manyak imparatorun tapındığı tek şey, Ares'e göreyse sadece bir tür çin işkencesiydi.

-Demek okulu yaktın, Ares duyduğu alaycı bariton sese inatla sakin sakin gülümseyerek başını salladı.
Tavırları dedesini daha da sinirlendirmiş gibiydi.

-Bile isteye mi yaktın, yoksa beni sinirlendirmek için mi yaktın?

Sessiz kalma hakkı Ares'e geçti. Aslında bir yanı, Savaş Meleği olan tarafı, bunu imparatorun duyması ve öfkeden delirip Ares'i azarlaması için yapmıştı. Çünkü terk edilmiş gibi hissetmekten hiç hoşlanmıyordu ki terk edilmediğinin de gayet bilincindeydi.
Öbür yanıysa, gecenin bir yarısı şişeleri devirmiş sarhoş olan vurdumduymaz tarafı, okulu ortadan kaldırmayı ve kendini aşağılama cüreti gösteren herkesle beraber küle çevirmeyi amaçlıyordu.
Tabii bir de ölmek istiyordu, ama bu verilecek gereksiz türden bir ayrıntıydı.

-Anlaşıldı, başıboş olmak yaramadı sana. Ait olduğun yeri, sahip olduğun statüyü 3 yılda unutuvermişsin. Evini özlemişsin Ares.

-Umarım ölürsün.

İmparator keyifle güldü. Reçelli ekmeğinden zarif bir ısırık alıp tahtına yaslandı ve Ares'in yaşarmış, günah kusan ela gözlerine baktı.

Dejavu...

-Aynı annesinin oğlu... Baban olacak o mikrobun bozuk kanı da sende olmasa annenle gurur duyacağım. Ne yaptı ne etti kendinden bir tane daha doğurup huzurla öldü. Bana yaşattıkları yetmemiş gibi bir de seni başıma bıraktı gitti, şu rezalete bak.

-Geri dönmeme izin ver o zaman, Ares daha fazla tutamayarak kustu içindeki lavları. Blöf dahi olsa duyguları saçmak şifa veriyordu.

Günahkâr elleri sadece yağmur temizler Ares.

-Sana ve senin mezarlıktan bozma perili evine meraklı değilim ben dedeciğim.

-Az daha küle çevirdiğin okula mı döneceksin, diye kükredi Imparator birden, alayı bırakıp kendi benliğine kavuşarak. "Seni hangi salak alır bundan sonra üniversiteye falan, hiç düşündün mü bunu? Beni kızdırayım derken kendi hayatını da mahvettiğin aklına geldi mi?"

-Mirasın için mi endişeleniyorsun, biraz daha beni burada tutamazsan kendimi tren raylarına mı atacağımı sanıyorsun? Yoksa ölüp gidersem Arges'a kalacak paralara mı yanıyorsun? Gerçi sen bana kalacak paralara da üzülüyorsundur şimdi."

-Nankör.

Ares melek melek gülümsedi.
Kalkıp gidemezdi, Fransa'ya dönemezdi, okuldan tam teşekkürlü bir ban yemişken başka hiçbir üniversiteye de geçiş falan sağlayamıyordu. Dedesinin eline zaten düşmüştü bir kere, yapacağı tek şey çaresizce beklemek olabilirdi ancak lanet olsun ki Ares bunu da istemiyordu.
Prangalarını, bileklerini kanatana kadar çekiştirecekti çünkü o iflah olmaz bir isyankârdı.

Aynı annesi gibi.

-Hera bu akşam geliyor, saat yedide evde olacaksın. Şimdi kaybol gözümün önünden.

Ne güzel, bir değil iki antikayla başa çıkması gerekecekti. 3 yıllık dinlenmiş benliğini teslim ettiği sandalyeden kalktı.

-Burada mı kalacak, diye sordu başka bir kavga için hevesle.

-Hayır, Ankara'ya geri dönecek, imparator yemi yutmadığını belli edercesine hafifçe kaşlarını çattı tekrardan.

"Evi başıma yıkmanız için doğru bir zaman değil, ayrıca o saçları da kestir gelirken, rezil velet seni."

-Bekle kestiririm, Ares dedesine pek de hoş olmayan bir gülümseme verdi.

Böylece tüm ölü atalarının ruhunun sindiği lanet yemek salonundan fırlamıştı dışarı.

Özgürlük. Hissettiği buydu.
Okul yok, iş yok, tez yok, lanet hocalar yok... Yeni hapisanesinin de binbir türlü ayrıcalığı vardı.

Köşke, daha doğrusu atalarının anılarına belli belirsiz kaba bir el hareketi çektikten sonra bahçeye yöneldi ve özlediğini asla kabul etmeyeceği, çocukluğunu gizleyen acımasız şehre doğru koştu.

Ciğerleri denizin rüzgârını lütufmuşçasına kabul ediyorlardı.

Xxxxx
Umuyorum ki beğendiniz. Ben hiç beğenmedim ama hadi neyse.

Okuduğunuz için teşekkürler mes chéries☆

Kovulmuş MelekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin