BKN-7

289 28 11
                                    

Sahnenin ortasında durmuştu. Elleri birbirine kenetlenmiş, kafası yere bakacak şekilde öylece duruyordu. Işık ona doğru dönmüştü. Seyirciler sessizdi ya da yoktu. Kafasını hala kaldırmamıştı. Arkadan piyano sesleri yükselmeye başlamıştı. Adeta korku filmlerindeki o sahnelere benziyordu. Ufak masum bir kız... Karşında duruyor. Şaşkınca sana bakıyor, sende ona. Gülümsüyor. Sonra birden o gülümseme yok oluyor. Kızın suratı asılıyor. Sana kızgınca bakmaya başlıyor. Ufak bir sarsıntı. Arkada piyona sesi... Kızın saçları önüne düşüyor. Yavaşça sana yaklaşıyor. Ortam karanlık derken birden sana doğru koşmaya başlıyor. Kafasında müzikle beraber canlanan senaryo buydu. Birinin ona koştuğunu sanıp kafasını hafif soluna döndürdü. Küçük kız orda yoktu. Orada kimse yoktu. Hiç olmamıştı. İlk perde böylece kapanıyordu.

İkinci ve son perde...

Müzik daha da yükselmeye başladı. Bateri girdi araya ve gitar... Ama yavaşça... Ayak uçlarına bakıyordu. Kan... Sıcak kan... Hissedebiliyordu. Kokuyu algılayabiliyordu. Karanlıktı her yer. Ve ışık. Bu sefer ona doğru değildi. Sol tarafında bir şey vardı. Işık bu sefer onu işaret eder gibiydi. Kafasını ayak uçlarından kaldırmadı. Işık sanki daha da şiddetlendi. Kan akmaya devam ediyordu. Bu sefer kafasını kaldırıp karşıya baktı. Karanlık seyirciler, hiç olmayan seyirciler. Ayak sesleri... Tak tak tak... Yerdeki tahta gıcırdıyordu. Kafasını yana çevirdi. Karanlıkta bir siluet. Korkunç. Gidiyordu. Ona bakmıyordu bile. Yerdeydi. Bir beden. Bir insan. Ölü bir insan. Artık bir ceset. Elinde bir kağıt, üzerinde bir el yazısıyla;

''Sahnenin dışındaki olmaktan yoruldum. Şimdi içeri girme sırası bende. Elveda başroldeki oyuncu. Elveda Gökhan...''

Kan ter içinde yatağında doğruldu. Kâbuslar son vakadan sonra iyice artmıştı. Saate baktı. Henüz 5'ti. Lavaboya yürüdü. Belki elini, yüzünü yıkamak ona iyi gelebilirdi. Yıkadı. Daha sonra salona geçti. Biliyordu bu saatten ve bu kâbuslardan sonra uyuyamazdı. Kahvesini hazırladı ve her zaman ki kupasını eline alıp kahveyi doldurdu. Salondaki koca pencerenin önüne oturdu. Karşıdan bir şey veyahut biri çıkacağını bekliyor, kalbi hızlıca atıyordu. Belki yarım belki bir saat geçmişti. Fakat sadece rüzgarın etkisiyle dans eden yapraklar dışında kımıltı yoktu. Rahatlamıştı. Peki bunca süre içinde sadece bunları mı düşünmüştü? Belki de. Arkasında kahve makinesinin yanında duran DVD çalara yöneldi. Play tuşuna bastı. Son parça. Beethoven- Moonlight... Yerine geri oturdu gökyüzüne doğru baktı. Güneş kendini göstermeye başlamıştı. Gökhan'ın aklında olan tek şey normal günleri özlediğiydi. Cinayet vakasıyla alakalı dosyayı önündeki sehpaya döktü. Her şeyi tek tek önüne koydu. Bir ceset, kan yok. Bir ceset, etrafı çiçek dolu. Bir ceset, bir not.

Merkezin kapısından içeri adeta koşar adımlarla girdi. Eylül oradaydı. Elindeki kupayı ona  uzattı ve sıcak bir gülümsemeyi de. Gökhan ikisini de seve seve aldı. Odasına geçtiler. Tabi ki olay hakkında konuşmaya başladılar. Eylül klasik sorusunu yöneltti:

-Ne düşünüyorsun?

-Yeni bir geride not bırakan seri katil olmaması için dua ediyorum yalnızca.

-Not?

İşte ağzından kaçırmıştı. Cebindeki delil torbasını ona uzattı:

-Bu bana bırakılmış.

...

-Dehşet verici ve gerçekten ürkütücü.

-Neden deliller arasına koymadığımı sormayacak mısın?

-Hayır.

Gökhan omuz silkti ve kaşlarını kaldırdı sen bilirsin dermişçesine.

-Ya öyleyse? Yani geri döndüyse?

-İmkansız. Çünkü o öldü. Belki de kopya cinayet vakasıdır.

-Belki de. Yeni bir maktül daha çıkar mı?

-Belli...

Telefonun zıngırdamasıyla sözü yarıda kesildi:

-Affedersin.

-Alo? Pekala... -Aşağı adli tıp odasına inmemiz gerekiyormuş.

-Peki öyleyse.

Adli tıp odasına girdiklerinde alıştıkları o keskin ölü kokusu. Ölümün kokusu bu muydu? O muazzam şeye böyle yakışmayan bir koku. İncelemeye göre ne bir DNA vardı ne de başka bir kanıt. İkisinin de günü çok sıradan ve olaysız geçmişti. Bunun şerefine Eylül Gökhan'ın evine davet edilmişti. Birlikte evin kapısının önüne geldiler ve kapının önünde bir karton vardı. İkisi de bir an duraksadı. Gökhan etrafta bulduğu bir sopayı kutuya yaklaştırdı. Kapağını açtı ve içini yokladı. Daha sonra yavaşça yaklaştı. İçinde birkaç tane film kaseti ve bunları oynatmak için bir alet vardı:

-Babamın hediyesi olmalı, dedi ve ikisi bu tedirgin hallerine gülerek içeri girdiler.

Eylül yemekleri hazırlarken Gökhan her şeyi hazırlamıştı ve kasetleri Eylül'e götürerek birini seçmesini istedi. Üstlerinde bir film kapağı veya ismi yoktu. Sadece yan tarafından bandın üzerine yazılmış isimler vardı. Eylül son vakayı çağrıştırdığı için Kansız Hasat adlı kaseti seçti. Gökhan kaseti yerleştirdi ve Eylül elinde iki tabakla Gökhan'ın yanındaki yerini aldı. Amatör kamerayla çekilmiş olduğu belli olan ilk görüntü projeksiyona yansıdı. Sessiz ve karanlık bir koridor... İkinci odaya giriş yapılıyordu filmde. Çıplak ve yatağa bağlanmış bir kız. Suratı görünmüyor. Kameranın elinde olduğu kişi bıçağı kızın vücudunda dolandırıyor yavaşça derken karnına defalarca saplıyor. Kız çırpınıyor. Onun acı çekmesinden zevk alıyormuş gibi duran kameranın ardındaki kişi bir süre hareketsiz kalıyor. Daha sonra elinde bir testere ile geri geliyor. Kızı tavandaki ipe bacaklarından asıyor ve boynuna koca bir çizik atıyor. Kızın başının altında duran kovaya kızın kanı akmaya başlıyor. Gökhan ve Eylül dehşete düştü bu durum karşısında ve Gökhan filmi ileri sardı. Yarım saat kadar ileri sardıktan sonra kızın tüm kanının boşaltılmış olduğunu gördüler. Katil geri kalan vücuttaki kan izlerini temizlemeye başlamıştı. Az daha ilerde kızın parçalanması gözler önüne seriliyor. En sonunda ise bir ormanda kızın parçaları düzgün bir biçimde çukurun içine yerleştiriliyor. Etrafına ise çiçekler. Gökhan ve Eylül'ün gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi ekranda kilitli. Filmin sonunda ise çıkan son söz şu oluyor:

''Oyun bitince şah da piyonda aynı kutuya konur. Bir gün bende siz piyonların yanına geleceğim. O güne dek piyonların hepsini tek tek mezara sokacağım,hemde kendi ellerimle.''

Bir Katilin Notları 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin