6-BKN

647 40 11
                                    

‘’Her darbede daha derine inin. Her bıçak darbesini hissetmesini sağlayın, dedi adam ders verircesine. Daha sonra arkadaki kurbanının tam gözlerinin içine bakarak elindeki bıçağı göğsüne sapladı.’’

 

Alarm çalar çalmaz ani bir refleksle saate vurdu. Diğer eli kafasının arkasında ve gözleri tavandaydı. Bir saniye bile uyumamıştı. Düşünmek insanı çılgına çeviriyordu çoğu zaman. Onu da çevirmişti. Yatağından doğruldu. Karşısındaki aynaya baktı. Kan çanağına dönmüş iki göz, dağılmış saçlar… Parmaklarını saçlarının arasında gezdirdikten sonra ayağa kalktı. Dünkü kıyafetleri hala üzerindeydi. Önce tişörtünü çıkarıp bir köşeye fırlattı. Banyoya yöneldi. Soğuk suyu suratına çarpmaya ihtiyacı vardı. Birkaç kez suyu suratına çarptı ve çeşmeyi kapattı. Aynada kendine baktı. Su damlacıkları aşağı doğru akıyordu yavaşça. Birden su damlacıkları kan damlacıklarına dönmeye başladı. Suratı kan içindeydi. Kendi kanı değildi bu, belliydi. Lavaboya baktı, suratından akan damlalar oraya düşüyordu. Her yerde kan vardı. Duvarda, küvette… Küvette olan tek şey kan değildi. Biri vardı. Oraya yaklaştı. Küvetin perdesini açtı. Eylül… Kan banyosu içinde yatıyor ve ona gülüyordu. Hem de sinsice. Onu yanına çağırıyordu. Sonra birden ayağa kalktı. Çıplak bedeninden akan kan damlaları ve cilveleri Gökhan’ın içindeki bazı erkeksi duyguların ateşlenmesine yol açıyordu. Buna rağmen kendine engel olup geri adım attı. Tam bu sırada zil çaldı ve Gökhan aynada kendini gördü, akan şeylerinde sadece su damlacıkları olduğunu. Bu şoktan kurtulamadan kapıya yöneldi. Açmasıyla bir kez daha şoka uğradı. Çünkü gelen Eylül’dü. Az önce olanları düşündü. Eylül ise utanmış bir halde kafasını yere eğdi:

-Bu soğuk günde böyle dolaşmak akıllıca değil, dediği an Gökhan kendine geldi.

Üstünde hiçbir şey yoktu. Eylül’ü içeri davet etti ve koşarak odasına gitti. Üzerine siyah boğazlı kazağını geçirdikten sonra Eylül’ün yanına indi:

-Uyandırmadım değil mi?

-Hiç uyumamıştım, deyip tebessüm etti.

Eylül şaşıracak sordu:

-Ama neden? Uyumadan gün içinde nasıl verimli olabileceğini düşünüyorsun?

-Bir şekilde olmaya çalışıyorum. Gözlerini devirdi. Eylül ona bakmaya devam ederken iç çekti:

-Kahvaltıya beraber gideriz diye düşünmüştüm.

-Demek bu kadar şık olmanın nedeni bu, dedi Gökhan takılarak.

Eylül utanmıştı:

-Şey… Tabi ki hayır yani bugün böyle giyinmem tesadüf… Gibisinden şeyler söylerken Gökhan ona bakıp gülümsüyordu ve eli ayağı birbirine dolanmış bir Eylül görmek hoşuna gitmişti. Gökhan son kahvaltıyı hatırladı arkadaşlarıyla olduğu. Ada ve Cengiz. Bu sırada aklına kahvaltıyı Eylülle evde yapma geldi ve soruyu ona yöneltti:

-Kahvaltıyı burada yapsak?

Eylül tereddütle ona baktı, daha sonra:

-Tabi neden olmasın dedi.

Gökhan ayaklandı ve mutfağa gitti, Eylül’de paltosunu çıkardı ve mutfağa gitti Gökhan’ın peşinden. Birlikte kahvaltıyı hazırlayıp sofraya oturdular. Sessizliği bozan Eylül oldu:

-Geçen seneki olaydan bahsetsene, deyiverdi bir anda. Kendisi de şaşırmıştı. Gökhan elindeki çatalı tabağının yanına koydu. Ellerini kenetledi. Masadaki tek bir noktaya odaklanarak cevapladı:

-Çok uzun. O adam yüzünden 3 arkadaşımı yitirdim. 3…

-Her neyse, üzgünüm. Ben bunu sormak istememiştim aslında…

-Sorun değil. Uzun zamandır konusu açılmamıştı. Dün gibi hatırlıyorum. Özellikle Ada’nın cesedini…

-Ada ve sen?

Sert bir ‘’Hayır’’ ile konuyu kapattı Gökhan. Kahvaltı sessizlikle bitti.

Eylül lavaboya girdiğinde Gökhan camın önünde kahvesini yudumluyordu. Bu sırada bu ufak huzur dolu anını çalan bir telefon kesti. Arayan Erdem’di.

 Aceleyle evden çıktılar. Söylenen adrese gitmekteydiler. Gökhan’daki o his geri gelmişti. Acı, korku… Korkuyordu. Ömrünün sonuna kadar da korkacak ve bu hisle yaşayacağına emindi. Titremeye başladı. Sinirdendi bu. Eylül bunu fark edince bir şey sormaması için ona sert ve sinyal verici bakışlarını yolladı. Olay yerine geldiler. Gökhan’dan önce Eylül indi ve koşarak oraya gitti. Gökhan yavaş davrandı. Arabadan indi. Bir adım… Aklındaki o düşünceleri atamıyordu. Neyle karşılaşacaktı? Telefonda ayrıntıya yer vermemişti Erdem. Bir adım daha… Arkasına baktı. Birisinin gölgesi mi vardı orda? Ona mı öyle gelmişti yoksa? Önüne baktı. Yere… Kan… Başının döndüğünü hissetti. Bir adım daha… Onu orda bekleyen onlarca göz. ‘’Neden bana bakıyorlar bunlar?’’ Diye geçirdi aklından. Ruhu çekiliyor gibi hissediyordu. Ada’nın sesini duyar gibi oldu:

-Hadi Gökhan gel buraya başlıyoruz.

Sağına baktı. Bir adım daha… ‘’Yeniden’’ diye fısıldadı Ada. Ve geldi.

İnceleme ekibinin başında toplandığı bir ceset. Belki de sinir krizi geçiren bir erkek arkadaş sevgilisini öldürüp buraya atmıştı? Belki bir töre cinayeti? Belki intihar? Aralarından geçerken ona uzatılan bir çift plastik eldiveni eline geçirdi. Ceset kokusu… Çürümüş et kokuyordu her yer. Kusacak gibi oldu. Kendine gelmek için eğildi ayakkabısını bağlıyormuş gibi yaptı ve derin bir nefes çekerek ayağa kalktı. Cesedin önünde durdu. Manzara harikaydı. Harika mı? Az önce bunu mu düşünmüştü gerçekten? Hayır! Dehşet verici bir harikaydı bu. Ölüm yakınlardaydı. Ölüm buradan geçmişti. Kızın bembeyaz suratı, Hristiyanların ölülerini tabuta yerleştirdikleri gibi bu kızı da etrafı papatya dolu bir çukura yerleştirmişlerdi. Tek bir fark vardı. Bu kız paramparçaydı. Üzerinde kan yoktu. Kanı çekilmişti. Sanki bir vampir tarafından son damlasına kadar tüketilmişti yaşam sıvısı. Kız paramparça olmasına rağmen her bir parça düzenli ve simetrik biçimde yerleştirilmişti. Gökhan bunları incelerken bir detaya takıldı. Kırmızı raptiye yoktu! Derin bir oh çekmesi için belki erkendi belki ama bunu şu an yapacaktı. Yaptığı an kafasına dank etti. Geldiği yönde yerde kan damlası vardı. Oraya döndü hemen. Bunu onlar nasıl fark etmemişti? Kan damlasının olduğu bir avuç toprağı da delil poşetine koydu ve o an fark etti oradaydı işte. Beyaz bir kağıt. Bu sefer kanı çekilmiş gibi hisseden kişi kendisiydi. O kağıt ordaydı. Gözlerini kapadı. Dua etti. Ama oradaydı işte. Etrafına bakındı. Kimse ona bakmıyordu. Dikkatlice onu da bir delil poşetine koyup cebine koydu. Toprak parçasını ekipten birine verdikten sonra arabasına bindi. Cebinde poşeti çıkardı. Kağıdı poşetten çıkarmasına gerek yoktu. Çünkü yazı okunabiliyordu:

‘’Kabuslar yalnızca sadece geceleri olmaz. Ölümler de sadece geceleri olmaz. Öldürenler geceleri ortaya çıkmaz, dedektif. Kendine iyi bak. Sabahları da...’’ 

Bir Katilin Notları 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin