27. Bölüm

3.8K 433 440
                                    

Bir Kaç Gün Sonra

Jisung;

"Minho." diye seslendim çalışma masasında gözlükleriyle oturan Minho'ya. Yere bakarak dalıp gittiği için duymamış olmalıydı. Bu yüzden tekrardan seslendim, "Minho?"

Gözlerini kırpıştırarak bakışlarını yerden çektikten sonra konuştu, "Efendim?"

Onu bu halde görmek beni çok üzüyordu. O günden beri sürekli mutsuz ve dalgındı. Yalnız hissetmemesi için birkaç gündür beraber kalıyorduk. Bazenleri onu gizlice bir yerlerde ağlarken görüyordum. Bu benim için cidden çok zordu.

"Hyunjin'in durumu nasıl?" diye sordum. Felix'le bir ilişkisi olduğunu bu şekilde öğrenmek hiç iyi olmamıştı.

"O mu? Gitti." dedi sonlara doğru kısılan sesiyle.

Anlamadığımı belirtir bir şekilde kaşlarımı çatarak, "Ne? Nereye gitti." dedim.

"Felix'in cenazesinden sonra her şeyini toplayıp Amerika'ya gitti. Burada daha fazla duramayacağını söyledi." demişti. Çok şaşırmıştım. Chris Hyunjin'in cenazeye gelmesine izin vermiş miydi?

"Chris, Hyunjin'in cenazeye katılmasına nasıl izin verdi?" diye sordum.

"Bilmiyorum Jisung, hiçbir şey bilmiyorum." diyip elini alnına yerleştirdi. Daha fazla soru sorup onu sıkmamak için sustum.

"Benim artık şirkete gitmem gerek, yeterince geciktim zaten." dedikten sonra kalktı ve siyah ceketini giydi.

"Bende çıkacağım zaten." diyip bende kalktım. Halletmem gereken çok önemli bir iş vardı.

...

Minho şirkete gitmeden önce arabasıyla birlikte beni gideceğim yere bırakmıştı. Şimdiyse yalnız başıma bankın birinde oturuyordum. Kalbim paramparçaydı. Bitkindim. Düşündükte daha da kötüleşiyordum. Gözyaşlarımı salmamak için sıkıyordum kendimi.

Böyle bir şey nasıl olabilir. Aklım asla almıyordu.

Changbin, bunu bana nasıl yapabilir...

Bunca yıl boyunca... arkamdan iş mi çeviriyordu yani.

En sonunda yanaklarımdan süzülen göz yaşlarımı elimin tersiyle sildim. Canım öyle bir yanıyordu ki, bir haykırsam sesim karşıdaki dağlara kadar duyulurdu.

Burada bekliyordum çünkü her hafta sonu Changbin buraya yürüyüş yapmaya gelirdi. Ne kadar yüzünü görmeye tahammülüm olmasa da onunla konuşmam lazımdı. Son kez görüşeceğiz.

Stresle dudaklarımı yerken buraya doğru yaklaşan bedeni gördüm. Hemen kafamdaki şapkayı öne doğru eğerek yüzümü gizledim. Yavaş adımlarla önümden geçip gittikten sonra ayağa kalkıp çaktırmadan onu takip etmeye başladım. Elbet insanların az olduğu bir yere gidecektir.

Parmak ucunda onu takip etmeye devam ederken piknik yeri tarzı bir yere gelmişti. İstediğim gibi nerdeyse hiçkimse yoktu. İşte tam zamanıydı.

Yürümeyi durduktan sonra dudaklarımı araladım, "Sen..."

Anında arkasını dönünce göz göze gelmiştik. Beni görünce şoka girmişti. Haklıydı. Daha geçen gün kötü adamların eline verdiği arkadaşı aniden karşısına çıkıyordu. Ne garip ama.

"Jisu-" derken lafını kestim, "Adımı pis ağızına alma."

"Lütfen dinle beni." diyerek bana doğru yürüdüğü sırada, "Yaklaşma bana." dedim kaşlarımı çatarak.

Sertçe yutkunup geriye çekildi. Ardından konuştu, "Benim bir suçum yoktu."

"Haklısın. Senin gibi birine bunca yıl boyunca güvendiğim için asıl suçlu benim." diye yanıtladım titreyen sesimle. Ağlamamalıyım. Ağlamamalıyım.

Gangsta | MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin