Haince oyunlara başlandı, rüyalara girildi, zihinler yıkandı. Koskoca hükümet yenildi. Hükümet bu adamların yanında kimdi? Dünya'nın en tehlikeli insanları bir araya gelmişti, toplumun adaletini ve huzurunu tartışmak onlara kalmıştı, cumhurbaşkanına diz çöktürmüşlerdi, otorite ellerindeydi. Liberalizm, sosyalizm, komünizm, emperyalizm.. Hiçbirinin ideolojisi yoktu. Tek istedikleri kafalarına göre yönetmekti. Bugün özgürüz, yarın suçlu, haftaya da mahkum olacağız. İnsanların ruhlarını çaldılar. Despotlar yönetti bizleri. Yok edildik.
Affetmeyeceğiz. Yok olan adaletimizi çaldığınız için affetmeyeceğiz. Eğitimi çalınan çocuklar için affetmeyeceğiz. Ve ben yemin ederim ki bütün çocukların, öldürülen kadınların, geçinemediği için intihar eden babaların, bozulan ailelerin intikamını alacağım. Hepinizi gerçek adalet ile yargılayacağım. Bir avuç genci zehirleyip öldürttüğünüz hakimlerin, savcıların, sivillerin yaşadığını size yaşattırmadan göçmeyeceğim bu dünyadan. Azrail ile burun buruna gelsek bile yalvaracağım biraz daha yaşamak için. Sizi yok etmek için bütün kanımla baş koyacağım.
Tüm Dünya karşımda olsa da ben size baş koyacağım. Kıyamet kopsa bile sizi arayacağım. Mahvettiğiniz ailemi kanlarınızla ödeyeceğim. Ben Ardel, Ardel Tunga ant içerim ki sizleri yaşatmayacağım.
_______________________________________
"Varlık, yokluk. Önemli değildi, kız sadece dürüstlüğe önem verdi. Ve siz çocuklar şimdi siz de kendinize bir söz verin. Dürüst olmaya, doğrulara önem vermeye.." Begüm masalın devamını okurken çocuklardan 'yaşasın' nidaları çıkıyordu. Hepsinin hayal gücüyle yazılmıştı dünyaları, bilmezlerdi yalanı, çöplüktelerdi, dibe batmışlardı ama mutluydular. Kim başta kim altta önem vermezlerdi, sadece sevdiklerine zarar gelsin istemezlerdi. Bu çocukların yarısı katil olmuştu, yarısı ölümle burun buruna gelmişti. Hepsinin bir ortak noktası vardı aileleri sadece birbirleriydi.
Burası Armağan'ın yetimhanesiydi. Hepimizin çıktığı yer burasıydı. Tebaalığı yok sayıp kendimizi eğittiğimiz, doğruları öğrendiğimiz yerdi burası. Çoğu çocukta bizim gibiydi kendilerine yeminleri vardı. Bazıları o kadar küçüktü ki konuşmayı bile bizimle öğrenmişlerdi. İşte burası bizim yuvamızdı. Evli değildik, kan bağımız yoktu, buraya gelmeden kimse birbirini tanımazdı ama birkaç güne kaynaşır aile olduğumuzu hissederdik.
Despontlara karşı çıkmak için kendimize yarattığımız sistem vardı, bu sistem sadece burada işliyordu. Biliyorduk bizlerden doktor, mühendis, avukat olmazdı ama bizden güzel öğretmen olurdu. Çünkü bizim öğrettiklerimiz sevgiydi, çocuklar yazamadığında bağırıp onu aşağılamazdık. Gece herkes uyurken yanımıza çağırır onlara daha iyi öğretirdik. Onlar bizim geleceğimizdi. Kardeşlerimizdi.
"Ulaş, hadi bakalım bugünün hikayesi senden olsun!" Armağan abi sevinçle Ulaş'ı çağırıp kendi hikayesini yazmasını ve okumasını istedi. Ulaş bir yazıya ihtiyaç duymadı. Masalına öyle bir varmış bir yokmuşla da başlamadı. Kendini betimledi ve hikayesinin dönüm noktasına geldi. "Karlar o kadar çoktu ki yürüyemezdik bile. Babam bize odun getirmeye çıkmıştı, ben ve annem de kardan adam yapmaya başlamıştık, annem çok severdi kardan adam yapmayı. Akşama kadar bahçemizdeydik, hep karlarla oynadık ama babam gece kararmasına rağmen eve gelmemişti. Meraklanmıştık. Amcam onu aramaya arka bahçeye gitti, karlar ıslaktı, bildiğimiz su değildi bu.. Mumu evden getirip karların üstüne baktık, kıpkırmızı bir sıvı.. Ardında babam.." Hikayesi bitmeden Armağan kollarından tutup sarıldı ve ardından onu kendi odasına çıkarttı.
Ulaş bunları anlatırken ağlamamıştı aksine babasını ve annesini hatırlamak ona mutluluk vermişti. Ya da alışmıştı. Bu dünyadaki en beter zilletlerden birini yaşamıştı ve alışmıştı.
Alışmanın verdiği tüm zorluklar bedenini taşıyamamış gibi merdivenlerde oturdu, yalpaladı, bir süre daha çöktü. En sonunda Armağan ağlayarak küçük bedeni kolları arasına alıp merdivenleri tırmandı. Buradaki tek ses hıçkırık sesleriydi. Kimse bir şey yapamadı, kimse bir şey diyemedi. Hepimiz yetimdik, hepimiz bu acıyı yaşamıştık. Bazılarının annesi bırakmıştı, bazılarının babası çalışması için satmıştı. Ve bizi tekrardan birbirimize bağlayan şey ailemizden gelen acılardı.
Ve işin en kötüsü bizler de alışmıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanat
Teen FictionBizler bir satranç piyonuyduk. Oyundan farkımız yoktu çünkü bizleri yönetenler vardı. Eksiklik parada değildi yahut sözde de değildi, belirli bir grup vardı herkesi yöneten ve biz de bir gün herkesin içine girdik. Bizler, onlar için sadece tebaaydık...