4. Bölüm

285 13 1
                                    


Cihangir Abi :

Boşuna oyalanma bence, kapıdan ayrılmayacağım. Eninde sonunda çıkmak zorundasın. Ve ben bugün seninle konuşmadan durmayacağım bil. Gerekirse evine gelirim. Daha fazla dayanmaya takatim yok inan!

Ne dememi bekliyor? Ben onun için başbelası bir çocuktum. Ne değişmişti? Ben yıllardır ondan uzak durmuştum kendisinin de işine gelmişti şimdi çıkıp benim duygularım değişti mi diyecekti? O kadar basit miydi?

Arkadaşlarım artık eve gitmeleri gerektiğini söyleyip gitmişlerdi. Ben biraz daha oturacağım demiştim onlara. Kafeteryada oturmuş iki elimle kahve bardağına sıkı sıkı tutunmuştum. Kalbim ağzımda atıyordu. Ne yapmalıyım? Ne diyeceğim? Ne hissediyorum? Bu şaşkın toy hallerimde neydi böyle!

Elimde hissettiğim ani acıyla yerimden fırladım. Karton bardağı farkında olmadan o kadar sıkmıştım ki elimin üzerine dökülmüştü. Ve gerçekten çok feci yanıyordu. Ayakta elimi aşağı yukarı sallıyor zıplıyordum. Birden biri elimi tuttu ve üstüne soğuk bir su şişesi bastırdı, gelen rahatlama hissiyle başımı şişenin sahibine minnetle çevirdim. Onu görmemle olduğum yere çakıldım adeta. Cihangir abi elimi avuçlarına almış bir eliyle su şişesini tutuyor kızarmış elimin üstüne bir eliyle de bileğimi beni sakinleştirmek istercesine okşuyordu. O kadar dolmuştum ki iki gündür bu ilgiye karşı birden gözlerim doldu. Cihangir abi gözlerime baktı kaşları çatıldı.

"İyi misin? Çok mu acıyor? Gel hastaneye gidelim hadi."

Sesi görüntüsünün aksine o kadar şefkatli o kadar sevgi doluydu ki içimden göğsüne sığınmak ve dakikalarca oraya kıvrılıp ağlamak geliyordu. Onun sevgisi ve ilgisine bu kadar hasret olduğumu bilmiyordum. Ben o malum günden sonra ondan hep uzak durmuş elimden geldiğince gözüne görünmemeye çalışmıştım sonuçta bir başbelası olmak istemiyordum. Gurursuz muydum ben? Ama şimdi ne değişti de ona bu kadar sığınmak istiyordum. Yoksa birşey değişmemiş miydi? Ben hep bunu mu beklemiştim? Karmakarışıktım.
Başımı hızla iki yana salladım.

"Hayır, hayır! Gerek yok iyiyim. Gerçekten."

"Pekala iyi duruyor zaten. Kızarmış biraz geçer üzerine bu soğuk su şişesini tut. Kahve çok sıcak değildi herhalde. Burada oyalanmak için istediğine göre soğumuştur." dedi imayla.

"Ne alaka? Arkadaşlarımla oturuyordum."

"Hani neredeler göremiyorum ben kimseyi." tek kaşını kaldırmış alayla yüzüme bakıyordu. Hem utançtan hem de öfkeden yüzüm yanıyordu.

"Yeni gittiler ben de kahvemi içip kalkacaktım zaten."

"Benden kaçmıyordun yani?"

"Hayır tabiki! Niye kaçacakmışım?" bu söylediğime ben bile inanmıyordum. Ama ne yazık ki bu kahrolası dik başlılığım bunu kabul etmeme engel oluyordu. Burnumu havaya dikmiş onun gözlerinin içine bakıyordum. Gözleri öyle güzel bakıyordu ki bana. Sanki onun yanında olmam onunla tartışmam bile onun için çok kıymetliymiş gibi. Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. Bana doğru hafifçe eğildi. Avını sıkıştıran bir aslan gibiydi.

"İyi madem hadi gidelim o zaman"

"Ne? Nereye?"

"Başbaşa konuşacağımız bir yere ve tabiki senin kaçamayacağın bir yere" onu ve çiçek ablayı duyduğum o günü ima ettiğini anlamamak için salak olmak gerekti. O gün arkamı dönmüş küçük bir çocuk gibi eve kaçmıştım. Şimdi de kendi kendimi kapana sıkıştırmıştım artık kaçışım yoktu. Bir avukatla tartışmanın da anlamı yoktu.

Önden yürümem için kenara çekildi. Ben de çantamı alıp çıkışa doğru ilerledim. Hemen yanımda heybetli cüssesinin varlığını hissediyordum. İkimiz de susmuş sessizce yürüyorduk. Bir iki kızın onu hayran hayran süzdüğü gözümden kaçmamıştı. Peki bu beni neden rahatsız ediyordu? Bu son zamanlarda durmadan cevabını bilmediğim sorular kafamda dönüp duruyordu.

Arabanın yolcu kapısını benim için açıp şoför koltuğuna geçti. Açmış olduğu kapıdan geçip oturdum. Emniyet kemerini bağlamak için uzanacaktım ama bunun için su şişesini bırakmam gerekiyordu. Bu konuda hiç gönüllü değildim serinlik iyi gelmişti.
Benim iki katım olan cüssesiyle Cihangir abi uzanıp kemerimi bağladı o birkaç saniye bir kaç saat oldu adeta. Yüzümle göğsü arasında neredeyse hiç mesafe yoktu. Burnumun ucu göğsüne değdi değecekti. Etrafımı saran parfümünün erkeksi kokusu, güçlü kolları nefeslerimi sıklaştırmıştı. Kalbimin sesini duyacak diye ödüm kopuyordu. Vücudumun üzerindeki hakimiyetim tuzla buz olmuştu. Başka bir güç tarafından yönetilen bir kukla gibi hissediyordum bu adamın yanında. Kemeri yerine oturtunca geri çekilmedi. Başını hafifçe bana doğru eğdi. Gözlerimin içine birşey arar gibi bakıyordu. Öyle yoğun öyle ısrarla. Sonra uzanıp yüzüme düşen asi bir tutamı yüzüme hafifçe dokunarak eline aldı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Derin bir soluk alıp çekildi ve hızla arabayı çalıştırıp yola çıktı. Ama o tüy gibi dokunuştan sonra ben bende değildim artık. Yola bakıyordum ama görmüyordum. Her gün gidip geldiğim yollar bana tanıdık gelmiyordu aklım başımdan gitmişti. Yok daha şimdiden böyleysem bu günün sonunu görmem çok zordu.

Araba deniz kenarında durdu. Şirin bir kafe vardı burada oraya doğru ilerledik. Kızlarla daha önce gelmiştik buraya. Sakin huzurlu bir ortamı vardı. Kabul etmeliyim ki konuşmak için çok idealdi. Masalar birbirine uzaktı, duvarlarda nostaljik fotoğraflar vardı. Yeşilçam film karakterlerinin, şarkıcıların posterleri vardı. Ve benim en çok hoşuma giden diğer bir şeyse yer yer dizeler vardı duvarlarda. Büyükçe bir plak vardı sağ tarafta ve seksenlerden birşeyler çalıyordu. Sol taraf ise boylu boyunca camlarla kaplanmıştı deniz manzarası için. Önüne de aralıklı masalar konulmuştu. Deniz tarafına bakan masalardan birine oturduk. Benim yaşlarımda bir erkek siparişleri almaya geldi. Cihangir abi cevap vermem için bana döndü.

"Ben bir çay alayım. Ve varsa buz torbası." garson elime bakıp anlayışla başını salladı.

"Tabi efendim. Siz ne alırdınız? "

"Ben de bir çay alayım." garson gittikten sonra bana döndü. Avucunu açtı bana doğru uzattı. Elime bakmak istiyordu ama ben hızla geri çektim kendimi.

"Hadi ver de bakayım. Kötüyse bir hastaneye gidelim. Korkma yemem seni"

"yok ondan değil. Teşekkür ederim iyiyim hastanelik birşey yok. Neredeyse hissetmiyorum artık."

"Peki öyle olsun." garson çayları getirdi o sırada ben bardak dışında bir yere bakamıyordum. Neredeydi o dili bir karış Eylül şimdi ona çok ihtiyacım vardı. Cihangir abi boğazını temizledi. Başımı kaldırıp ona baktım. Gözlerinden çaresizliği okunuyordu. Beni dinle anla der gibi bakıyordu. Artık görmezden gelemezdim onu sandalyede dikleştim ve tüm cesaretimi toplayıp gözlerimi gözlerine diktim. Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı.

"Savaşmaya hazırlanır gibi davranıyorsun. Ama bilmediğin şey karşı tarafın çoktan yenilgiyi kabul ettiği. Ben sana karşı yenilgiyi kabul edeli çok oluyor Eylül." o kadar tane tane o kadar içtendi ki sözleri ona inanmamak mümkün değildi. Gözleri aşkla sevgiyle bakıyordu bana. Dünyanın en nadide varlığına bakar gibi.
" Liseye gidiyordun o zamanlar ben de üniversiteyi yeni bitirmiş o davadan bu davaya koşuyordum. Evden çıkmış arabaya biniyordum ki seni gördüm bahçenizdeki elma ağacına tırmanmaya çalışan haylaz bir çocuk sandım önce. Düşmesinden korktum uyarıp korkutmaya yanına gittim. Ama gittiğimde düşen ben oldum senin aşkına. O gün bugündür kanımda dolaşan sinsi bir hastalık gibi ne yaparsam yapayım seni aklımdan çıkaramadım. Seni görmek için toy delikanlılar gibi pencerelerde bekledim. Senin olduğun yerlere geldim. Belki gözün gözüme değer sesin kulaklarıma bayram ettirir diye. Beni hiç görmedin. Baktın ama görmedin özellikle kaçtın olduğum ortamlardan. Ama benim buna bu görmezden gelinmeye dayanacak gücüm kalmadı. Eylül seni seviyorum. Sana aşığım. Ve inan bu aşka sen bile mani olamazsın.

Merhabalar... Telefondan yazdığım için yazım hataları olabilir lütfen mazur görün 🙏🙏😪Oy ve yorumlarınızı esirgemeyin 💕

Eylül Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin