12

65 12 17
                                    

(Bu bölümü medyayla okuyabilirsiniz.(LUAMEL - Path))

Burnuma uzun süredir duymadığım güzel yemek kokularıyla uyanmıştım. Yatakta diklendim ve gözlerimi ovaladım. Kaç saattir uyuyordum ben? Telefonun ekranını açıp saate baktım. Biri geçiyordu...

Uykulu bir şekilde mutfağa adımlıyordum ki etrafın tertemiz ve düzenli oluşu karşısında şaşırmadan edememiştim. Kafamı salondan içeri uzattım. Orası da fazlasıyla düzenli ve temizdi. Tanrım. Sadece birkaç saatte ev hiç görmediğim kadar temiz olmuştu. Temiz olduğu kadar her yere de odunsu parfümünün kokusu yayılmıştı. Fark etmeden derince soluyordum.

Yavaşça mutfağa ilerledim. Ocağın önünde bir şeyleri karıştırıyordu. Arkasını dönmeden geldiğimi fark etmişti. "Uyanmışsın."

"Hmm. Tüm bunları birkaç saatte mi yaptın cidden?"

"Temizliği ve düzeni seviyorum."

Sandalyeyi çekip oturmuştum. "Anlaşılıyor. Biliyor musun? Evi hiç bu kadar temiz gördüğümü hatırlamıyorum. Dağınık bi insanım üstüne annem de olduğu için epeyce salmıştım. İçer içer şişeleri odanın bir kenarına fırlatırdı. Sigara çöplerini de öyle. Temizlediğine göre görmüşsündür."

"Hmhm." evet anlamında mırıltılar çıkarırken bir yandan da önüme sıcak erişteyi koymuştu. "Yavaş ye. Sıcak." kafamla onayladığım da yemek çubuklarıyla oynarken o da yanıma geçip kendi eriştesiyle uğraşmaya başlamıştı.

"Evimi nasıl buldun?" alacağım cevabı tahmin edebiliyordum ama sessizliği bozmazsam bu beni gererdi.

"Mingi'den öğrendim." kafamı salladıktan sonra çalan telefonuyla dikkatim dağılmıştı. Hiç çekinmeden aramayı yanıtladı ve hoperlöre verdi. Eriştemi yemeye başlamıştım bense. Karşı hattan gelen endişeli sesi dinliyordum bir yandan.

"Nerdesin olm kaç gündür? Yeos'u arıyorum ben uyanmadan gelmiş duş falan almış çıkmış tekrar dedi. Ne aramalarımızı cevapladın, ne haber verdin. Changbin'e kadar aradık piç insan haber verir bir şey geldi sandık başına." tek nefeste hepsini arka arkaya saymıştı endişeyle. Seonghwa bana kaçamak bir bakış attıktan sonra yanıtlamıştı hattakini."Sövme seansınız bittiyse söze gireyim Yunhoshi." "Lan oç geberdik meraktan diyoruz hâlâ dalgaya alıyorsun." Seonghwa kıkırdamıştı. Kendimi gülüşüne bakakalmaktan alıkoyamamıştım.

"Sakin. İyiyim ufak bi işim vardı. İlgilenmem gereken biri vardı birkaç gün. Bu akşam da beklemeyin beni." isminin Yunho olduğunu anladığım adam bıkkınlıkla oflamıştı. "Neyin peşindesin sen. Gel bi soracağım sana hesabını." "Tamamdır anlaştık." karşı tarafa göre fazla sakin ve dalgacı bir tavırla konuşup aramayı sonlandırmıştı.

Her şeyi anlamıştım da sadece bugün yanımdaydı. Diğer iki gün boyunca benle değildi ki. Ya da bahsettiği kişi ben değil miydim? Kendi kendime sorguladığımı fark etmezken dikkatimi dağıtmıştı. "Yunho. Arkadaşım. Eğer merak ediyorsan da geçen iki gün Mingi seni yalnız bırakmamın daha iyi olacağını söylediğinden aşağı da bekleyip odanın ışığını izledim."

Aklımı okumuş gibi konuşurken şaşkınlıkla gözlerim büyümüştü. Deli miydi bu adam? Ciddi miydi? Konuşmama ve şaşkınlığımı atlatmama izin vermeden masada ki elimi tutup eklemişti."Atlatacağız güzelim."

Ahh yine yapıyordu işte. Yine oluyordu. Kasılan karnımla yutkunmadan edememiştim. Duymuş muydu acaba? "Deli olmalısın biliyor musun?" ilk defa gördüğüm bu muamele beni şaşkına çeviriyordu. "Neden?" tabi ki geçiştirecektim. "Yemeğin soğudu yesene." geçiştirdiğimi anlayarak gülümsedi ve yemeğine döndü.

O yemeğe dalmışken ben çoktan yemeğimi bitirmiş gözlerimi eşsiz çehresinde gezdirmeye başlamıştım. "Nasıl buldun beni?" ani sorduğum soruyla gözlerimiz buluşmuştu.

"Seni bulan ben değildim. Ben yalnızca iki gece seni dinledim. Gitarını dinledim. Ellerini izledim. Gülüşünü izledim. Merak ettim. Kim olduğunu. Kaç yaşında olduğunu. Nasıl göründüğünü. Sonra evren çok kısa sürede çıkardı karşıma asıl seni." açık camdan savrulan hafif rüzgar saçlarını nazikçe geriye taramış, alnı bir anlığına açık kalmıştı.

Ne hissediyordum bilmiyordum. Bu bulunduğumuz duruma bir isim veremiyordum. Henüz kısa süredir tanıdığım bu adam içimde ki çürümüş çiçeklere can veriyordu. Birbirimizi henüz tam tanımıyorduk bile. Bizi böylesine birbirimize bağlayan neydi bilmiyordum. Ya da daha önce böyle hissetmediğim için ne isim vereceğimi bilmiyordum.

"Ben Kim Hongjoong. 23 yaşındayım." elimi histerik bir şekilde uzatırken o da karşılık verip elimi sıkmıştı. "Park Seonghwa. 24." elimi bıraktığında yerinden kalkıp bulaşıkları tezgaha koymuştu.

"Yaşından çok daha küçük duruyorsun. 23 olduğunu tahmin etmemiştim." teşekkür edercesine gülümsemiştim.

Neden yaptığımı bilmiyordum ama yapmak istiyordum. Yerimden kalktım ve küçük adımlarla ilerleyip arkasından beline sarıldım. Şaşırmış olacak ki elindeki bardağı lavaboya düşürmüştü."Teşekkür ederim." diyebilmiştim sadece. Yüzümü iyice sırtına gömdüm ve kokusunu bilinçsiz bir şekilde ciğerlerime doldurdum.

Yalnızca kalakalmıştı. "Bana bir daha teşekkür etmeni istemiyorum. Çok fazla teşekkür ediyorsun gözümden kaçıyor sanma." sonunda söyleyebildiği kelimelerle sesi hafiften titrek çıkmış ama sonradan düzeltmeyi başarmıştı.

Birkaç dakika öyle kalmıştık sadece. Ikimiz de ses etmemiştik, kıpırdamamıştık. Kollarım arasında bana doğru dönüp konuşmaya başlamıştı. "Bugün biraz çalmak ister misin? Sahneye çıkmak eminim sana iyi gelecek. Hiç olmazsa üzerinden biraz stresini atarsın."

Mantıklıydı. Sahne aklımı dağıtabilirdi. Gülümseyip onaylamıştım...

***




DEEP IN LOVE//SEONGJOONG Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin