10

68 10 13
                                    

Derin gökyüzüne dalmıştım her akşam yaptığım gibi. Ne istiyordu bu adam benden? Kontrolümü kaybedersem hiç iyi şeyler olmazdı biliyorum. Çok farklıydı. Tanıdığım herkesten farklı. Aurası, konuşması, fiziksel görünüşü, mimikleri, karakteri. Tanışalı henüz kaç gün olmuştu ki böyle düşünüyordum. Bir fikrim yok biliyorum, hissediyorum o çok farklı...

Belki yıllar sonra ilk defa umut ışığı belirmişti ruhumda. Çok garipti ilk defa içim rahat adımlıyordum sanki yıllardır beklediğim buymuş gibi. Aradığım ışığı en karanlıkta bulmuşum gibi. Derince nefes verdim. Bu gece sigara yoktu. İlk defa içme gereği duymuyordum. İçmeyecektim de...

***

Yazar'dan

Seonghwa eve vardığı gibi soğuk bir duş alıp kendini yatağına bırakmıştı. Ev çok sessizdi. Uyanık olan sadece o ydu çünkü.

Gözlerini kapattı ve Hongjoong'u hayal etmeye başladı. Parlak irislerini, morarmış göz altlarını, yaralı parmak uçlarını, sigarayla kendi eşsiz kokusunun karışımının her rüzgarda yüzüne değdiğini, konuştukça kıvrılan dudaklarını, kavisli minik burnunu, ne kadar sert olduğunu düşünse de yaralı bakışlarını, titrek nefesini, nazik olmaya çalışan ses tonunu....

Evet biliyordu. O çok mükemmeldi. Düşünmekten Seonghwa'ya kafayı yedirtecek kadar mükemmeldi her zerresi. Düşündükçe aldığı nefesler hızlanıyor bir yandan anlamlandıramadığı şekilde göğüs kafesi ferahlığı kavuşuyordu. Bir anda ne olmuştu o da bilmiyordu. Onca soğuk görünüşüne, davranışına rağmen Seonghwa'nın içini ısıtmayı başarmıştı.

Daha çok tanımak istiyordu onu. Tanımak için can atıyordu. Neleri sever? Nelerle mutlu olur? Kalbinde saklı kalan ne yaraları var? Zihnini dolduran ne tür düşünceler var? En basitinden geceyi mi sever yoksa gündüzü mü? En sevdiği renk ne? En çok ne yemekten hoşlanır?

İlk defa hücrelerine kadar kaplayan bu garip merakla vücudu uyuşur gibi olmuştu.

Tüm bunları düşünürken fark etmeden çoktan uykuya dalmıştı bile...

****

Hongjoong'dan

Gün hafiften ağarmaya başlarken ses çıkarmamak için kapının kilidini yavaşça çevirdim ve içeri girdim. Salona parmak ucumda adımlarken alışık olduğum manzarayı göremeyince adımlarım serileşmişti.

Annem oda da yoktu. "NERDESİN?" bağırdığım da yanıt alamamıştım. Daha da panik olarak hızlı adımlarla teker teker odaları gezmiştim. Hiçbirinde yoktu. "Nereye gider bir başına bu saatte?" parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip sinirle sıktım.

Koşarak aşağı indim görebilecekmişim umuduyla sağa sola bakındım. Ama ne gelen vardı ne geçen. Daha da stres olmuştum. Kaldırıma oturdum ve belki gelir diye beklemeye başladım.

Bir saate yakın geçtikten sonra ayaklandım tekrar. Saat altıya geliyordu. Hızla Mingi'nin numarasını tuşladım. Bir süre çaldırdıktan sonra sonunda cevap vermişti. "Bu saatte ne oldu?" "Mingi annem yok. Geleli bir buçuk saate yakın oluyor ama dönmedi. Gitmez o bir yere bu saatte. Aklımı kaçıracağım. Ne yapacağımı bilemedim bu yüzden aklıma sadece seni aramak geldi." uykulu haliyle söylediklerimi yavaş yavaş anlarken birkaç saniye sonra konuşmaya başlamıştı. "İyi yaptın. Önce sakin ol ve derince bir nefes al. Belki kafa dinlemek istemiştir ya da bilmediğin bir şeyler vardır. Hemen endişelenmek yerine güzelce otur ve bekle. İşi sıkıntı etme sakın halledeceğim gelme bugün. Evde otur ve dönmesini bekle ayrıca lütfen beni de haberdar et." "Teşekkür ederim." söylediğim iki kelimeyle sonlandırmıştım aramayı.

Dediği bir an olsun mantıklı gelmişti. Her zaman görmeye alışık olduğum manzarayı göremeyince doğal olarak hemen stres olmuştum ve endişelenmiştim. Belki de haklıydı kafa dinlemek istemişti ya da başka bir şeyler... Sonuçta bir anne-oğul bağımız yoktu. Neden haber verme gereksinimi duyacaktı ki.

Merdivenlerden tekrar yukarı adımladım ve odama geçip alışkanlık olarak kapımı kapattım. İçimi ruhsuzluğun kara dumanı kaplarken parmaklarımda ki pembe yara bantlarına bakmak beni sebebini bilmediğim bir şekilde rahatlatmıştı.

Gözlerimi sanki sonsuzluğa bakarcasına tavana diktim. Anlam veremediğim o endişe tekrardan bürüyordu içimi...

***

Geçen üç saatin ardından daha da endişeye kapılmıştım. Çalan telefonumla yerimden hızla kalktım ve cevapladım. Mingi'ydi. "Hongjoong. Haberleri aç." boğuk ve titrek sesiyle içime bir şeylerin oturduğunu hissetmiştim.

Koşarak salona gittim ve dediğini yapıp haberleri açtım. Karşıma çıkan görselle yalnızca dilim tutulmuştu. "Bugün sabah saatlerinde Han Nehri'nde kırklı yaşlarında olduğu tahmin edilen bir kadın cesedi bulundu..." ekranda görmeye alışık olduğum giysilerin üstünde olduğu bedene bakakalınca duyduğum sadece kendi kulak çınlamalarım olmuştu...

***

DEEP IN LOVE//SEONGJOONG Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin