11

63 10 16
                                    

(İki gün sonra)

Cenaze işleri tek günde bitmişti. İki gündür tam tamına eve kapanmıştım. Sanırım uzun süre sonra ilk defa bu kadar vakit geçirmiştim evde. Beni bağlayan, en azından kontrol etme sorumluluğunda olduğum son şeyi de ellerimden kaçırınca daha da alt üst olmuştum. Yere göğe sığamıyordum. Mümkün gibi daha çok boğuluyordum.

Babama olan sinirim on katı artmıştı. Tüm bunlar onun hatasıydı. Tüm bu olanlar sadece onun suçuydu. Anneme de sinirliydim. Çok sinirliydim hem de. Beni böyle mahfedip gittiği için çok kızgındım. Ne kadar birbirimize bağlı olmasak da bana bunu yaşatmaya hakkım yoktu. Şu siktiğimin dünyasında tek sorumluluğumdu o. Böyle çekip giderek en büyük bencilliği yapmıştı. En azından var olduğunu bilmek, eve geldiğimde o bedenin varlığını bilmek, nefes aldığını bilmek biraz olsun rahatlatıyordu içimi.

Ne ağlayabiliyordum, ne bağırıp çağırabiliyordum ne de iki çift laf edecek halim vardı. İçimde ki ruhsuzluk iliklerime kadar işlemişti iki günde.

Kaçıncı olduğunu saymadığım sigaralardan birini yaktım. Yine unutturur sanıyordum, yine üflediğim dumanla yok olur sanıyordum tüm kara bulutlar. Çektiğim derin nefesi yavaşça oda da dağılması için dudaklarım arasından serbest bıraktım.

Leş gibi sigara kokuyordum. Duş dahi almaya gücüm yoktu. Saçlarım epeyce dağılmıştı. Üzerimde ki geniş, ince haki yeşili kazak ve siyah geniş bir eşofmanla duruyordum günlerdir.

Zilin çalmasıyla yabancı bir ses duyduğumdan irkilmiştim. Yavaşça ayaklandım ve kapıya yöneldim. Kaç saattir oturduğumu bilmiyordum ama ayaklarım epeyice uyuşmuştu.

Kapıyı açtığımda karşımda duran tanıdık bedenle fazlasıyla şaşırmıştım. Onu görene kadar kimseyi görmek istemediğimi düşünüyordum.

Kollarını açmasıyla yavaşça adımlayıp Seonghwa'nın bedenine sokulmam bir olmuştu. Sakince sarılıp saçlarımı okşamaya başlamıştı. Neydi bu? Ne zamandan birine sarılmamıştım ben? Bilmiyordum, bilmek de istemedim. Sadece kollarına teslim ettim kendimi. Çünkü ihtiyacım vardı. Fazlasıyla ihtiyacım vardı.

"Burdayım güzelim." parmakları saçlarımın arasında turlarken hafifçe fısıldamıştı.

Birkaç saniye öylece kapıda dikildikten sonra tekrardan konuşmuştu. "Hadi içeri girelim üstün ince, hasta olacaksın." dediğini yapıp ayrılmıştım kollarından. Yavaşça odama yürürken o da tabi ki peşimden geliyordu. Oturması için yatağı işaret ettikten sonra ceketini çıkarıp oturmuştu. Bende yanına yerleştiğimde sadece susup bakışlarını gözlerime dikmişti."Muhtemelen boktan görünüyorum şuan bence incelemelisin." kısık çıkan titrek sesimin ardından gözümden nazik yaşlar dökülmeye başladığını hissetmiştim.

İyi de iki gün boyunca ruh gibiyken şimdi birden onu görünce mi ağlayasım tutmuştu? Biliyordum işte. Çok farklı bir şeyler vardı onda.

Hiç bozuntuya vermeden sadece söylediğime odaklanmış gibi konuşmaya başlamıştı. "Bu halinle bile eşsiz göründüğünü söylesem güler misin bana?" ağlak gözlerimin ardından sessizce kıkırdamıştım. "Demek ki gülermişim." o da gülümseyince içim ısınmıştı ve göz yaşlarımı elimin tersiyle silmeye başlamıştım ve bir yandan da konuşmama bir şeyler eklemeye. "Ne işin var burda?" dudaklarını birbirine bastırmıştı. "Şuan bile beni sorgulayacak güçte misin? Bence hayır küçük. Hadi sana ılık bir duş aldıralım. Eminim iyi gelecek."

"Kendim halledebilirim." yalan söylüyordum evet. Tabi ki halledecek halim yoktu. Olsa çoktan yapmıştım bile. Gözlerini hafifçe büyüterek bakmıştı. "Bence buna sen bile inanamadın. Hadi hazırlan ve gel. Bende suyu hazırlayayım. Banyo ne tarafta?" elimle koridorun ortasında ki kapıyı gösterdiğimde odadan çıkıp arkasından kapımı kapatmıştı.

Altımda sadece iç çamaşırımı bırakarak ve havlumu elime alarak banyonun yolunu tutmuştum. İçeri girdiğimde doldurduğu küvete girmem için eliyle işaret etmişti. Ben girerken o da gömleğinin kollarını çekmiş küvete doğru çömelmişti.

Hafifçe vücudumu köpürtmeye başlamış, nazik hareketerle sırtımı yıkıyordu. Biraz çekindiğim için vücudumu fazlasıyla kastığımdan haberim yoktu. "Az önce ki gibi utanmana gerek yok incelemiyorum merak etme. Rahat olabilirsin." söylediğine karşılık verecek bir şey bulamayıp vücudumu biraz olsun serbest bırakmıştım.

Kafam da hissettiğim soğuklukla saçlarımı yıkamaya başlamıştı. Fazlasıyla nazik ve küçük hareketlerle yapıyordu her ne yapıyorsa. Bu yüzden dokunuşları fazlasıyla mayıştırmıştı beni. Tabi olmayan uyku düzenimi hesaba katmazsak gayet doğaldı.

İşini tamamen bitirdikten sonra ellerimden tutup kalkmama yardım etmişti ve havluya saralamıştı vücudumu. "Git ve güzelce giyin. Bende buraları halledeyim." dediğini yapıp tekrardan odama gelmiştim ve üzerime gri bir eşofman takımı geçirmiştim.

İçeri girmesi için kapıyı açıp yatağa atmıştım kendimi. "Kalk bakalım önce saçlarını kurulayalım biraz." diklendiğimde elindeki havluyla yine aynı nazik hareketleriyle saçlarımın ıslaklığını almaya başlamıştı. Öncesine göre daha kuru olan saçlarımı hafifçe elleriyle düzeltmişti. "Biraz uyu hadi. Gözlerin çok kızarmış." haklıydı gözlerim ciddi mana da fazlasıyla kızarmıştı. Bir şey söylemeyip kafamı yastığa koyduğum da üzerimi örtmüştü. "Ben burdayım. Biraz olsun uyumaya çalış olur mu?" çıkarken kapıyı arkasından kapatmıştı tekrardan.

Burda olmasının verdiği gereksiz rahatlıkla gözlerimi kapattığım gibi uykuya dalmıştım...

***





DEEP IN LOVE//SEONGJOONG Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin