When I Was Young

186 20 4
                                    

Medya: SooShu

Keyifli okumalar...

Tzuyu'dan

Babam öldüğünde on beş yaşındaydım. Kore'ye taşındığımızda ise on altı.
O yıl okula devam etmemiştim. Nayeon Unnie de üniversitede okuduğu için yanımda değildi. Koreceyi çok az bildiğim için konuşacak kimsem yoktu.

Annem kafeyi aldığı ilk zamanlarda yanında beni de getirirdi. Bazen ona yardım eder, bazen akşam olup kafenin kapanma saati gelene kadar arka taraftaki veranda da ders çalışır ya da kitap okurdum. Öğleden sonra civardaki okulların çıkış saati geldiğinde sokaklar üniformalı çocuklar ve gençlerle dolar, bende uzaktan onları izlerdim.

O günlerden birinde ilk kez görmüştüm Shuhua'yı. Ters taktığı şapkası kısa pantolonuyla arkadaşlarıyla top oynarken çok sevimli görünüyordu. Çok gürültülü bir tipti, ben nasılsam tam aksim gibi. Bahçedeki ağaçların arasındaki salıncakta oturmuş onların oyunlarını ve birbiriyle anlamadığım konuşmalarını izliyordum.

Topa sert vurdukları için yoldan çıkıp bahçeye düşmüştü bir keresinde. Ayağımın dibindeki topa bakıp başımı çocuklara çevirmiştim. Shuhua, koşmaktan kızaran yanaklarıyla yanıma gelip bir şeyler söylemişti. Ne dediğini anlamasam da bir şey demeden topu ona geri vermiştim.

O günden sonra arkadaşlarıyla ara ara meraklı bakışlarıyla olduğum yeri izliyorlardı. Bir keresinde kitap okurken karşıma dikilmişti yanında bir arkadaşıyla. Ne istediklerini anlamaya çalışırken gülümseyerek merhaba demişlerdi. Başımı salladığımda Shuhua heyecanla bir şeyler anlatıyordu. İfadesiz bir yüzle baktığımı gören arkadaşı onu dürtüp sustururken konuşmadığımı görünce kaşlarını çatmıştı Shuhua. Yanındaki arkadaşı da üzgün görünüyordu. Sadece üzgünüm diyebildim kendi dilimde.

"Eh?? Az önce çince mi konuştun?!"

Öne eğdiğim başımı şaşkınlıkla kaldırıp benden farksız duran kıza baktım.

"Çince konuşabiliyorsun.."

"Evet ve sende konuşabiliyorsun. Dilsiz olduğunu sanmıştım."

Kollarını bağlayıp tek kaşını kaldırmıştı.

"Hayır sadece Korece bilmiyorum. Buraya yeni taşındık. Aslında Tayvanlıyım."

"Woaah, bende öyleyim. Bu harika."

Arkadaşı yüzünde soru işaretleriyle heyecanla garip hareketler yapan Shuhua'ya bakıyordu.

"Miyeonniee.."

Ona dönüp tahminimce konuştuklarını çevirirken o da neşeyle gülümseyip elini uzattı. Sanırım elini sıkmamı istiyordu. Elini tutup hafifçe eğilirken kıkırdadı.

"Wo ai ni"

Elimi çekerken garip bir ifadeyle baktım. Neden seni seviyorum demişti ki?

"Ona aldırma bildiği tek çince şey bu. Bu arada adım Shuhua. Yeh Shuhua, bende senin gibi Tayvanlıyım. Ve bu arkadaşım Cho Miyeon. Senin adın ne?"

"Chou Tzuyu. Memnun oldum Shuhua-ya. Bu korecede nasıl söylenir?"

Telaffuzunu öğrendikten sonra Miyeon'a döndüm.

"Mannaseo bangabseubnida Miyeon-ah"

O gün anneleri çağırdığı için sonra geleceklerine söz verip gitmişlerdi. Orada ilk kez ailem dışında birileriyle konuşmak çok garipti. Ertesi gün ve diğer günler sözlerini tutup geldiler. Büyük ölçüde koreceyi öğrenmemi sağlayan Shuhua'ydı. Miyeon, o sene okulu yüzünden başka bir yere taşınınca onunla iletişimimiz kopmuştu.

Cezayir Menekşesi [SATZU] (GxG) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin