1.Bölüm🌺

1K 78 52
                                    

Minik topuklu, bej ve rugan ayakkabıları küçük tıkırtılar ile adeta kıkırdarken köşkün bahçesinden çıktı.

"Bugün Mayıs ayının ilk günü" diye mırıldandı kırık bir gülümseme ile. Hava açık, gökyüzü güneşliydi. Saçları hafif rüzgarla usul usul savrulurken sağ elindeki çantayı sol eline alıp, şapkasını düzeltti. O gün son derece özenli giyinmişti. Diz altı biten bej kalem eteği, kol ağızları fistolu çok açık pembe gömleği, yine bej çantası ve şapkası. Hepsi harika bir kombinasyon oluşturmuştu. Ve tabii ki annesinden yadigar inci kolye ve küpeleri de o gün ki seçimine eşlik ediyorlardı. Usulca çevresindeki hareketliliğe göz gezdirdi.

Her yerde üniformalı subaylar ve askerler vardı. Bir an durakladı bahçe kapısının hemen önünde..

Hiç karşılaşmamayı diledi o gün için..

Çünkü karşılaşmak onun için her şeyi daha zor hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktı..

Geçmişte bir yerde asılı kalmış kalbini yokladı.. Ne yazık ki onun arzusu tam aksiydi.

-Süreyya

-Süreyya

Genç kız arkasını döndü usulca "Efendim Müjgan"

"Sana büyük bir havadisim var bekle beni" diye seslendi köşkün karşısındaki iki katlı evin üst kat penceresinden Müjgan.

Müjgan, çocukluk arkadaşıydı Süreyya'nın. Aynı zamanda tek dostu ve ona nazaran daha deli dolu, daha neşeliydi. Gel gelelim dilinin ayarı da bazen olmuyordu ama samimiyeti ve iyi niyetinden emindi Süreyya.

"Geldim, geldim" nefes nefese ve koşarak geldi yanına.

"Nereye böyle?"

"Anneme gideceğim"

"Neden ki"

"Özledim" Durdu zoraki bir gülümseme ile yanında yürüyen arkadaşına döndü ve ekledi "Bu gün onun gittiği gün"

Müjgan rüzgarla uçup giden gülümsemesinin yerine yerleşen mahcubiyeti ile konuştu bu kez "Afedersin seni üzmek istememiştim"

"Üzülmedim" dedi önüne dönerken. Sadece hala alışmaya çalışıyorum. Ama insan annesinin yokluğuna nasıl alışır ki?! "

Müjgan telaşla konuyu değiştirme hamlesini bıraktı ortaya "Merak etmiyor musun?"

"Ediyorum. Haydi söyle artık şu havadisini" gülümseyerek arkadaşına döndü ve koluna girdi.

"Dönmüş"

"Kim?"

Müjgan durdu ve kınayan gözlerini ona çevirdi.

"Nasıl anlamazsın!" Nefes aldı "Dönmüş diyorum. Hani senin şu Teğmen.... "

"Biliyorum" dedi Süreyya "Dadımdan duydum geçen gün" diye ekledi bakışlarında ki ışıltı sönerken.

"Eee neden mutlu değilsin. Onu kaç yıldır görmüyorsun sonuçta"

"7 yıldır... 18 yaşındaydı orduya katıldığında. Şimdi 25 yaşında olmalı"

"Bütün bunları hatırlıyor olmana rağmen, merak etmedin yani öyle mi?"

"Evet" dedi Süreyya "Etmiyorum. Üstelik onu tanıyacağımı bile düşünmüyorum. 7 yılda ne aynı kaldı ki. Çocuktuk, büyüdük. Keza o da beni tanımaz"

İkisi de bir müddet sustu. Süreyya'nın söylediklerine hiç inanmamıştı Müjgan fakat çabasına saygı duyduğu için susmuştu. Belki de böylesi daha iyi olurdu onun için. Geçmişe saplanıp kaldığı şeyi, çocukluk düşlerini aşk zannediyor olabilirdi. Ayrıca çok güzel bir kızdı Süreyya. Gözleri gören her genç erkek onunla evlenmeyi bir kez de olsa aklından geçirirdi.

Caddeye geldiklerinde durdu Süreyya. Çiçekçiden bir buket taze yasemin aldı annesi için.

"Teşekkür ederim. Hayırlı işler"

Müjgan'a dönüp baskılanmış bir sevinçle "Bu seferkiler çok daha güzelmiş, mis gibi de kokuyorlar" dedi.

"Evet "diye yanıtladı Müjgan "Ama sen çok daha güzelsin arkadaşım"

"Deli" usulca kıkırdadı arkadaşına göz süzerken.

"Ne yani yalan mı?"

Süreyya dudakları yukarı kırılırken yeniden gülümsedi. "Teşekkür ederim"

"Niçin"

"Benim arkadaşım olduğun için"

"Ben de teşekkür ederim..."

"Bakar mısınız?"

Müjgan'ın cümlesini yarıda kesen yabancı bir sesi işitmeleriyle birlikte arkalarına döndüler.

Tam karşılarında askeri üniformalı bir genç adam duruyordu. İlk an da kalbi hızlandı Süreyya'nın fakat o değildi. Az önce arkadaşına 'üstelik onu tanıyacağımı da düşünmüyorum' demesi de doğru değildi zaten.

Başını kaldırdı "Bize mi seslendiniz"

"Evet" dedi karşısındaki genç adam "Beni yanlış anlamayacağınızı umut ederek size isminizi sorma cürretinde bulunmak istiyorum"

Süreyya şaşkınlıkla sordu "Nedenini öğrenebilir miyim?"

Çocuk gülümseyerek arkasına döndü. Arkadaşım sizi görünce çarpıldı, o kadar ki yanınıza gelmeye çekindi" dedi köşedeki çay evinin bahçesindeki büyük çınar ağacının altındaki masada oturan dört gence bakarken.

Biri hariç onlarda, oraya bakıyorlardı. Hepsi de üniformalı dört genç. Biri tanıdık, diğerleri yabancı...

Bir müddet oraya takılı kaldı gözleri. "Tanıyormuş insan" dedi.

"Efendim"

"Hiç" dedi

"Peki bir iki dakikanızı ona ayırır mısınız?"

"Lüzum yok"

"Hangisi olduğunu merak da mı etmiyorsunuz?

"Hayırlı günler" dedi başı ile selam verirken.

Müjganın koluna girdi ve yürümeye başladı.

Bir daha da asla o yöne dönmedi. Çatlaktan sızan küçük bir ışık hüzmesi gibi geçip gitti onca bakışın arasından Süreyya....

*Işık hüzmesi; Işık demeti ya da ışık hüzmesi, ışığın ince bir demet halinde bir kaynaktan ışımasına verilen isimdir.

*Bölüm sizlere emanet. Hikâyeye devam etmemi istiyorsanız lütfen beğeni ve yorumlarınızı eksik etmeyin*

Süreyya Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin