Kainatın yeniden uyanışını simgeleyen Mayıs'ın gelişi o yıl onların hayatındaki tüm dengeleri değiştirmiş ve sanki kozmik bir sis bulutu gibi ele geçirmişti her şeyi. Hazirana bir hafta kalmıştı ve o ay neredeyse bir yıl kadar uzun sürmüştü Süreyya için.
"Kalbimdeki yeri sıradan bir arkadaştan öteye geçmemeli artık" diye mırıldandı Süreyya. Son günlerdeki tüm çabası Ali'yi var olduğu yerden, yüreğinin en derininden söküp almakla alakalıydı.
Müjgan'la birlikte büyük adadan dönüyorlardı. Mezuniyete bir ay vardı ve bilhassa Müjgan'ın ısrarı ile gösterişli bir elbise diktirmeliydi. O nedenle İstanbul'un içinde bu mesleği sürdüren onlarca kişiye rağmen, Süreyya yıllarca annesinin kıyafetlerini diken Madam Maria'ya diktirmek istemişti kıyafetini.
Kumaş seçimi, ölçü alımı gibi önemli detayların halledilmesi neticesinde eve dönüş için büyük ada iskelesinden vapura binmişlerdi..
Deniz kokusu, vapurun Marmara Denizini yararak çıkardığı ses ve İstanbul'un gökyüzü fedaileri sayılan martıların çığlıkları birbirine karışırken rüzgarın yüzüne dağıttığı saçlarını eli ile kenara alıp yanındaki Müjgan'a döndü.
"Bir şey mi oldu evde?"
Elindeki simitten küçücük bir parça koparıp ağzına atarken başını hayır anlamında salladı Müjgan. Süreyya onu hayatında ikinci kez bu kadar mutsuz ve sessiz görüyordu. İlki bundan iki yıl önce Müjgan'ın hayatında hiç var olmamış, onu hiç tanımamış gibi adını dahi anmadığı Murat'ın sürpriz ve süper hızlı bir şekilde gerçekleşen evliliği sonrası olmuştu. O dönem kısa bir süre içine kapanmış fakat beklenilenden hızlı toparlamıştı kendimi.
"Benden bir şey gizliyorsun"
Müjgan ikinci kez başını hayır anlamında hareket ettirip yüzünü farklı bir yöne çevirdi. Süreyya'ya karşı bu şekilde sessiz kalmak hayatta en nefret ettiği şeylerden biriydi lakin bu kez durum gevezelik edemeyeceği yahut kalbini doğrudan açamayacağı kadar mühimdi.
Müjgan nasıl bir cenderenin içine düştüğünü yeni yeni fark ediyordu. Müthiş güçlü bir mutsuzluk kaplamıştı yüreğinin içini. Fakat bundan çok daha baskın bir duygu kuvvetini vurgular nitelikte boy gösteriyordu. Pişmanlık, keder, içten içe dövünme gibi ortaya çıkan bir şeye çok geç kalmışlık yada geç farkına varmışlık hissi.
Onu bu kadar yoran şey Müjdat'ın Süreyya'ya olan duygularından ziyade Müjgan'ın bunu fark edememiş olmasından ileri değildi.. Kendine kızgınlığı da bu sebeptendi. Ve pek tabii bunlardan Süreyya'ya bahsedemeyecek olması da bir o kadar üzüntü vericiydi.
Sağduyudan yoksun değildi. Aksine yaşıtlarına göre en aklı başında insanlardan biri olduğundan oldukça emindi. Tabii bu durum bütün bunlar yaşanmadan önceydi ve o pervasızlık olarak kabul edilebilecek durumlardan nasıl kaçınması gerektiği konusunda biraz kararsız kalıyordu. Zihnini meşgul eden husus o kadar hassastı ki, artık bir cambaz gibi ince bir ipin üzerinde yürümekten başka çaresi bulunmuyordu.
Süreyya o gün ne yaptıysa da konuşturamadı onu. Zaten konuşsa ne söyleyebilirdi, abisinin ona korkunç boyutta büyük hisler beslediğini mi? İmkanı yoktu. Sadece susmalı ve onların kaderi hakkında ki kararı, tek hak sahibi olan Allah'tan beklemeliydi.
Ertesi gün fakültede bir haftanın ardından ilk kez Müjdat'ı gördü Süreyya. Arkadaşları hararetle bir şeyler anlatılıyor o da pür dikkat dinliyordu. Üzerinde siyah bir pantalon ve yine siyah bir gömlek vardı. Hiç tanımayan birisi mizacı, bakışları, tarzı ve ses tonu ele alındığında onu çok sert ve maço görünümlü biri olarak değerlendirebilirdi. Fakat Süreyya'ya göre o bunların çok ötesinde, yüzeysel değerlendirilemeyecek kadar nazik, merhametli, yüksek enerjili ve çok iyi yetişmiş bir genç adamdı. Tabii Süreyya'nın düşünce ve analizleri doğru olduğu kadar eksikti de. Bilmediği şeylerin önemi ele alındığı taktirde çok yabancı bile sayılabilirdi Müjdat'a. Hatta belki Ali'ye de...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Süreyya
ChickLitGece yarısını henüz geçmişken atlı arabanın tahta tekerlekleri büyük bir gürültüyle giriş yaptı Necip efendi meydanına. Karanlık, ukuya hazırlanan tüm şehrin üzerini bir yorgan gibi örtüyor yeni dinmiş yağmurun kokusu serin hava ile karışıp oksijene...