3.Bölüm☘️

514 57 16
                                    


Zamanın bir yerinde asılı kalmıştı kalbi. Araya giren onca yıla rağmen hala taze bir sızı barındırıyordu kuytularında.

Onu ne zaman sevmeye başladı bilmiyordu. Tıpkı onu neden sevdiğini bilmediği gibi.

Düşününce birini sevmek için bir nedene ihtiyaç var mıydı, emin de değildi. Emin olduğu tek şey yüreğine saplanmış, bir hançer gibi göğsünde taşıdığı aşkıydı.

Öldürmüyordu ama iyileştirmiyordu da..

Esasında haberi de yoktu genç adamın, Süreyya'nın aşkından.

Bilseydi bir şey değişir miydi, o da belli değildi..

Yol boyu düşündü. Bağrındaki sızı kadar gerçekti duyguları. Onu görmediği yıllarda bir çocukluk düşü, bir tür hayranlık olarak nitelendirmişti kendince. Öyle inanmış, öyle avunmuştu. Lakin içinde bulunduğu durum, teziyle aynı olmaktan oldukça uzaktı. Hissettiği şey safiyane bir aşktı ve son derece sarsıcı bir boyuttaydı..

Farkına varmıştı artık.

O bir anlık bakışma tekrar tekrar vukû buldu zihninde. Siyaha yakın gözleri hala bir taş gibi ağır, kor ateş gibi kavurucu düşüyordu Süreyya'nın yüreğine.

Bununla baş etmeyi öğrenmeli ya da, ondan köşe bucak kaçmalıydı. Unutmak gibi bir seçenek de vardı fakat imkanlar dahilinde olmadığını biliyordu Süreyya. Bunca yıldan sonra ilk görüşte darma duman olmak çok da mantıkla izah edilen bir durum değildi. Nitekim kendi de anlamıyordu zaten.

Hiç açılmayacak bir kapının önünde beklemekle eş değerdi bütün olanlar.

Tüm gerçekliğe rağmen küçük bir umuda tutunmuş olacak ki "Tanımadı sanırım" diye mırıldandı. Üstelik arkadaş gurubundan biri onunla tanışmak istemişti. "Böylesi ancak masallarda yahut kitaplarda olur. Ama ben bu karışıklığın içine düştüm. Zaten her şey yeterince zordu" diye mırıldandı.

Ali, Müjgan'ların hemen yanındaki konakta yaşıyordu. Süreyya ile yaşıt, Feride isminde bir kız kardeşi vardı. Annesinin ismi Ayşe, babasının ismi ise Mustafa idi.

Hepsinin çocuklukları ortaktı, bir çok an ve anı gibi. Fakat o Süreyya'yı tanımamıştı ve kendi küçük dünyasında yaşayan Süreyya için bu biraz kırıcı, çokça da acı verici bir durumdu.

Bir, iki gün o şekilde geçti. Üçüncü günün sabahı hazırlandığı sırada kapısı üç kez tıklatıldı. Dadısı değildi, o olsa ikinci tık da bırakırdı. Çünkü bazı şeyler, bazı insanların imzası haline gelirdi.

"Girin"

Kapı açıldı ve siyah, dalgalı saçları ile Müjgan girdi odaya. Orta boylu güzel bir kızdı. İri gözleri ve sık dokunmuş bir oya gibi gözüken dolgun kirpikleri ile bakışları daha bir anlam kazanıyordu. Eğitim öğretimini bir yerde noktalamış ama evde oturmak yerine farklı hayaller ve idealler için kendini yetiştirme derdine düşmüş bir genç hanımdı.

Haftanın iki günü dikiş, nakış kursuna, haftanın 3 günü ise Pers dili yani Farsça kursuna gidiyordu. Doğu ile Batı kadar birbirine zıt bu iki farklı alan onun karakterinin tipik bir örneğiydi aslında. Dikiş nakışa ilgisi çocukluktan geliyordu. Kendini bildi bileli merakı vardı.

Bir lisan, bir insan felsefesi ile de dil öğrenmek istemiş ve bir çok akranının aksine Batı lisanları yerine Farsça tercih etmişti. Çünkü Pers dili ona hep çok çekici ve gizemli gelmişti. Zıtlıkların ahengini keşfetmek keyfine erişmiş olacak ki, sadece ona iyi gelen şeylerle meşgul olmayı kendine vazife edinmiş olmalıydı. Ona iyi gelen bir diğer şey ise elbette ki Süreyya ile kurduğu derin dostluktu.

Süreyya Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin