O gün için toplamayı tercih etmediği açık saçlarının üzerine siyah şapkasını takıp, çantasının içine attığı, ince bir tül üzerine gelişi güzel serpiştirilmiş taşların biraz hareketlendirmiş olduğu, aynı renk zarif eldivenlerini de ellerine geçirdi ve kitaplarını alıp çıktı derslikten.. Öğleden sonra 15:00 gibi Müjgan ile buluşup kumaş seçmeye gitmek için sözleşmelerdi. Dersi beklediğinden erken bitince aradaki bir buçuk saatte ne yapabileceğini düşündü Süreyya. Konuştukları buluşma noktasından fazla uzaklaşmadan vakit geçirecek bir şeyler bulmalıydı.. O da aklına gelen en cazip fikri uygulamaya koymak için sabırsızlandı..
Darülfünun'un karşısındaki sahaftan oldukça eski, yıpranmış ve birazda tozlu olmasının yanı sıra okumayı çok istediği eski Türkçe yani Osmanlıca yazılmış bir kitap aldı.. Onlarca gösterişli kitabın arasından gözüne bir gök taşı gibi çarpan oydu..
Tahrip olan cildinin üzerinde yavaşça gezdirdi elini. Toz kalkınca çok açık renk bir kalemle yazılmış şöyle bir cümle aşikar oldu önünde "Yerle gök arasında, tüm kainatı okumuş, duymuş ve görmüş gibi bakıyordu gözleri"
Kısa bir süre bakıştığı kitabı alıp çıktı. Sokağın belli belirsiz taş yüzeyinde küçük tıkırtılar eşliğinde bir bahar rüzgarı gibi sakin ve hafif adımlarla ilerleyerek okulun en yakınındaki çay bahçesinde, yeni yetme bir limon ağacının altındaki boş masaya oturdu. Bir de ıhlamur söyledi kendine. Ekindeki kitabı okuma arzusu onu çevresinde olup biten bir çok şeyden mahrum bırakmıştı.. Eğer etrafını dikkatli bir şekilde incelemiş olsa oturmak için kendine ivedilikle başka bir yer seçebilirdi..
Ihlamuru geldiği sırada Süreyya masanın üzerindeki küçüçük bir saksının içinde varoluşsal sürecini yeni yamamlamaya başlamış kadife karanfili incelemekle meşguldü.
"Teşekkür ederim" dedi kulplu cam fincanda ki ıhlamuru masaya bırakan tahmini 15 yaşlarındaki genç çocuğa gülümserken..
Sonra yakınlardaki denizin kokusunu içine çekip kitabı araladı.. İlk sayfanın, ilk satırı da, vurucu bir cümle ile selamladı onu "Kalbimdekileri hiç bir zaman tam olarak izah edemeyecek olmam biraz kırıcı bir farkındalıktı" diye kendi içsel benliğini kelimeler aracılığı ile vurgulamıştı yazar.
Bazı cümlelerin ruhu vardı. Tıpkı az önce okuduğu cümle gibi..
"Merhaba"
Süreyya başını kitaptan kaldırıp, usulca çevirdi sesin geldiği yöne.. Hemen yanıbaşında dikilen kişi Necdet'di.
Önüne dönüp kitabını kapattı, çantasından çıkardığı parayı bardağın yanına bırakıp çantasını da aldı ve kalkmaya yeltendi. Küçük bir panik hali, biraz da rahatsızlıkla birlikte ilk adımını attığı sırada, Necdet'in sağ kolunu tutması ile birlikte ona döndü. Gergin, öfkeli ve mutsuz bakışlar eşliğinde "kolumu bırak" diye mırıldandı.
"Biraz konuşalım lütfen"
Süreyya bir önce ki mırıldanma ile aynı tonda tekrarladı "Kolumu bırakmanı söyledim"
Necdet anlaşılır durumda olmayan duygularının birbirine karıştığı ses tonu ile şansını zorlamaya devam ettiği sırada Süreyya "Hemen şimdi kolumu bırakmazsan avazım çıktığı kadar bağıracağım "dedi ve Necdet'in gevşeyen elinden çekerek kurtardı kolunu.
O an için tek isteği oradan uzaklaşmak olan genç kız bir önceki hadiseyi tekrar yaşamış gibi derinden sarsılmanın onda verdiği tarifsiz hissiyat ile önüne ve arkasına bakmadan ilerledi bir müddet.
Onu korkutan şey geçmişten gelen travmatik sayılabilecek bir hadisenin kalıntılarından ibaret olsa da, şuan aynı şeyleri tekrar yaşama olasılığının verdiği nihayetsiz durum tekrar ettiği müddetçe o zamana göre daha kötü ve geri dönüşü olmayan şeyler yaşanabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Süreyya
Genç Kız EdebiyatıGece yarısını henüz geçmişken atlı arabanın tahta tekerlekleri büyük bir gürültüyle giriş yaptı Necip efendi meydanına. Karanlık, ukuya hazırlanan tüm şehrin üzerini bir yorgan gibi örtüyor yeni dinmiş yağmurun kokusu serin hava ile karışıp oksijene...