O sabah okula geç kalma korkusu ile hazırlanıp panikle köşkten çıktı.. Bir an koşar adım ilerlemek istemişti fakat yapamazdı. Çünkü eski bir zabit olan babası gereksiz gürültüden de nefret ederdi.
Pabuçlarını ayağına geçirip, elindeki kitapları kendine bastırdı. Bahçe dışına çıktığı an, burnuna çalınan muhteşem bir koku onu durdurdu ve nefes almasını sağladı. Gözlerinin önüne gelen kahküllerini çantasını tuttuğu eli ile yana almayı denedi. İlk deneme başarısız olunca bir kaç kez daha denedi ve en sonunda başardı..
"Günaydın. Bugün yine çok güzelsiniz" dedi.
Konuştuğu kim miydi? Elbette ki bahçe duvarını kocaman kırmızı bir tabloya çeviren sarmaşık gülleri.
"Süreyya"
Tanıdık ama beklenmedik ses ile arkasını döndü Süreyya. Tam karşısındaki Müjdat'a baktı ve güllerle konuşurken yakalanmasının verdiği garip duydu ile "günaydın" dedi. Sesinin oldukça cılız çıkmasının sebebi yalnızca bu da değildi. Müjdat'ın hemen yanında duran Ali'ye değdi bakışları ve ne yapacağını bilememiş olmanın edasıyla başı ile selam verdi. Ali de aynı şekilde selamlaştı onunla... Biri başını yere indirdi. Diğeri bakmaya devam etti..
İşte o an orada her zamankinden farklı bir şey daha oldu. Üç gençten biri büyük bir farkındalık yaşadı ve solan gülümsemesiyle birlikte kısa bir süre kaldı oracıkta öylece.
Saklanan, baskılanan, gizlenen ve gizlendikçe hırpalanarak büyüyen duygular zaman içerisinde insandan bir şeyler götürüyordu. Belki geç fark edilen duygularda buna dahildi. Nitekim insan daima kendi kendini yaralamaya da meyilliydi zaten.
Süreyya giderek büyüyen boşluğun ortasında küçülüyor, ufacık, minicik hissediyor fakat istediği gibi yok olamıyordu.
O garip dakikaların sonunda Ali, Müjdat ve Süreyya aynı faytona binme suretiyle Darülfünun'a doğru yola çıkmışlardı. Süreyya bazı anları tekrar tekrar yaşıyor gibi hissetmişti. Lakin bu kez tek bir fark vardı. Yolculuk esnasında kimse konuşmamıştı.
Akabinde de aynı gariplik ve bilhassa Süreyya için yıkıcı olan durumlar devam etti.
Sofia'ya doğru yürüyen Ali'nin ardından uzunca baktı fakültenin bahçesinde. Bir kaç dakika önce faytondan inerken göz göze gelip kalbine bir ilmek daha atan adamın, adımları başka biri içindi. Dudaklarını birbirine bastırdı ve burnundan büyükçe bir nefes aldı Süreyya. Artık ne yapacağını bilemiyordu. Gönlünün söz dinlemediği yetmezmiş gibi, kendini ele vermemek için baskıladığı ne varsa içine sığmıyordu. Nitekim ne kalabiliyor ne de hisleriyle başa çıkabiliyordu.
"İyi misin?"
"Bilmiyorum" dedi yaklaşık iki dakika önce arkadaşlarının yanına gideceğini söyleyip, tekrar soluğu onun yanından alan Müjdat'a. Ve devam etme gereği duydu "Pek iyi uyuyamadım. Biraz başım ağrıyor"
"Hay Allah" dedi Müjdat "İlerdeki bankta biraz dinlenmek ister misin, yada seni eve götüreyim dilersen?"
Süreyya tam gerek olmadığını söyleyecekti ki, uzun sarı saçları sırtının ortasına kadar dökülmüş, mavi gözlü, zayıf ve giydiği çiçekli elbisenin içinde oldukça güzel gözüken genç bir kızın Müjdat'a seslenmesi ile durdu.
"Merhaba.. Biraz konulabilir miyiz?"
Müjdat o an Süreyya'ya çevirdi soğuk bakışlarını. Bir şey diyecek gibi oldu fakat tek bir kelam dahi etmedi..
"Aa şey... Benim kızlara bakmam gerek" dedi mahçup bir ifade Süreyya ve hemen yanlarından ayrıldı.. Müjdat'da dengini bulmuş diye geçirdi içinden. Kız çok güzeldi. Müjdat ise boylu, poslu ve oldukça yakışıklı genç bir bey.. Yakışmışlardı..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Süreyya
ChickLitGece yarısını henüz geçmişken atlı arabanın tahta tekerlekleri büyük bir gürültüyle giriş yaptı Necip efendi meydanına. Karanlık, ukuya hazırlanan tüm şehrin üzerini bir yorgan gibi örtüyor yeni dinmiş yağmurun kokusu serin hava ile karışıp oksijene...