Arkadaşlarıma merdivenlerde kalmalarını söyleyerek terasa doğru ilerledim. Büyük kapıyı açarak terasa çıktığımda kardeşimi en uçta ayaklarını aşağı sarkıtmış halde otururken gördüm.
"Felix!"
Bilinçsizce adını bağırdığımda omzunun üzerinden bana baktı.
"Benden nefret mi ediyorsun abi?" Hemen sonra önüne dönüp ayağa kalktı. Sonra tekrar bana dönerek bulunduğu yükseltiden indi. "Sana ne yaptım?"
Yavaşça bana doğru gelirken ben de ona doğru ilerledim. Karşı karşıya durduğumuzda üzerindeki okul formasının gömleğini yukarı kaldırdı. Morluklarla dolu karnını gözler önüne sermişti.
"Bunu hak edecek ne yaptım?" Sonra bacağını uzatarak bacaklarındaki morlukları gösterdi. "Oyun oynamıyorduk. Oysa ben siz eğleniyorsunuz diye ses çıkarmamaya çalışıyordum." Bana daha da yaklaştı ve yüzüme baktı. "Her şeye rağmen sana sarılabilir miyim?"
"Feli-" Sarılmasıyla susmam bir oldu. Ben karşılık vermiyordum. Vermek istiyordum. Sıkıca sarılmak ve bu günün tramvasını silmek istiyordum. Kardeşimin büyüdüğünü, kendini koruyabildiğini görmek istiyordum. Ama yapmıyordum, sarılmıyordum.
Kollarını bedenimden ayırdıktan sonra hızlı adımlarla terasın ucuna doğru ilerledi.
"Felix, buraya gel." diyerek seslendim. Beni dinlemiyordu. Gitme Felix...
Bana dönmeyince ben de yürümeye başladım. Tam koşmaya başladığı esnada teras kapısının açılma sesini duydum. "Lee Felix! Derhal buraya gel!" Öğretmenimiz gelmişti.
"Felix!" Peşinden koşarken hızını arttırdı. Ben ona yetiştiğimde yükseltiye çıkmıştı bile. Tam kendini bıraktığı sırada elini tuttum. İkimiz de ağlıyorduk. "Felix, elini uzat! Lütfen uzat elini!"
"Neden ölmemi istemiyorsun? Sen benden nefret etmiyor musun abi?"
"Seviyorum seni! Seni gerçekten çok seviyorum kardeşim, ne olur tut elimi!" Ağzıma gelen her şeyi söylüyordum.
"Hayır, benden nefret ediyorsun. Ölürsem iyi hissedersin. Uğruna ölüyorum, abi." dedikten sonra diğer eliyle kolumu tırmaladı. Öğretmenimiz onu tutmaya çalışıyordu benim gibi. Bizi kışkırtacağından emin bir şekilde çığlık attı. Öğretmenimiz elini kulağına götürürken ben diğer elimi de uzattım.
Stresten terleyen ellerimin arasından kayıp giderken sessizce bana baktı. Düştüğü süre boyunca gözünü benden ayırmadı. Hatta düşüp onu izleyen kalabalığın arasında kanlar içinde yatarken bile gözleri üzerimdeydi.
"Felix!" Ter ve gözyaşlarıyla nefes nefese uyanınca elimi terden anlıma yapışan saçlarıma götürdüm. "Ahh!" diye bağırarak kendimi tekrar yatağıma bıraktım.
Daha önce böyle bir rüya görmemiştim. Hep Felix'i kurtarmayı başardığım rüyalar görüyordum fakat bu sefer öyle olmamıştı. İlk kez rüyamda gerçekliği bu kadar derin hissetmiştim.
Ayaklanıp odamdaki banyoya gittim. Yüzümü yıkadıktan sonra tekrar odama dönüp komodinimdeki bardağa sürahiden su doldurdum. Suyu içtikten sonra yatağa oturup kendimi geriye bıraktım. Gördüğüm gerçekçi rüyanın her bir sahnesi aynı anda zihnimde canlanıyordu.
Telefonumdan gelen bildirim sesiyle komodinde duran telefonu alıp kilit ekranında görünen onlarca mesaja baktım. Hepsi Jisung'dandı. Bildirimlerden birine tıklayıp konuşmayı açtım.
Jisung
Hala uyanmadın mı?Minho
Şimdi uyandım
Evet anahtarımı unutmuştum
Meraklandırdığım için kusura bakma
ŞİMDİ OKUDUĞUN
twwl (The War With Life) /Minsung
FanfictionAşamadığı yas yüzünden acı çeken Lee Minho ve onu bu saldırgan tavırlarından uzaklaştırmaya kendini adayan Psikolog Han Jisung.