İyi okumalar;Yorgun hissediyordum.
Hissettiğim ve hissedebileceğim tek şey buymuş ve sanki bir daha asla yorgun hissetmeyecekmişim gibi yorgun hissediyordum. Tüm kemiklerim sızlıyor, ağlamaktan kırmızının tonlarına bürünmüş gözlerim onları her açmak için zorladığımda yanıyor, hareket ettirmek için zorladığım parmaklarım yoklarmış gibi davranıp bana tepki vermiyorlardı. Akan nehrin ucunda durmuşum, susuzluktan ölmüşüm ve ağzımı suya yaslamışımda su doğasına ihanet edip terse akmaya başlamış beni ölüme terk etmiş gibi hissediyordum. Yorgundum.
Neşeli davranamayacağım kadar yorgundum, düşünemeyecek hareket edemeyecek ve birşeyler duymayı sindiremeyecek, konuşamayacak yürüyemeyecek yemek yiyemeyecek kadar yorgundum ve tek görevim kolları arasında bulunduğum bedeni solumaktı. Tüm hayat bağlarım koparılmış ve bir tek sevgilim kalmış, bana tek can veren bana tek su veren hayat veren o varmış gibi hissediyordum ve o hareket ettiği anda, benden uzaklaştığı anda yorgunluğum bitecek, uyuyacakmışım gibi hissediyordum.
Sevgilim benim bu yorgun hisseden bedenimi yaşatmaya yemin etmiş gibi sımsıkı bir şekilde sarmıştı kollarını sırtıma, dudakları alnım ile birleşmiş her bir nefesinde saç tellerimi kıpırdatıyordu, bacakları bacaklarımın arasına karışmış ve ben yürüyemediğim anda beni ayakta tutacakmış gibi tek beden görünüyorlardı. Biri belime dolanmış diğeri ise sırtımdan tutup bir annenin bebeğini düşmemesi için sarıp sarmaladığı gibi sarmış, tek bir parmağı bile gevşese ben yok olacakmışım gibi kendi bağrına bastırmıştı beni.
Başım göğsü ile boynu arasında sıkışmış, birbirimize yapışık bir şekilde olduğumuzdan dolayı hafif terli olmasına rağmen buram buram taze kestane kokan kokusunu soluyordum ve bu alabileceğim tek havaymış gibi geliyordu. Bir elim onun belinde diğer elim ise göğsüne tutunmuş bir şekilde yapışmıştım ona. Bir annenin şevkatle bebeğini tuttuğu gibi sarıp sarmalamıştı beni.
Benim yüzümden ölen anne onun annesiydi oysa ki.
Dün akşamın anıları biraz daha aklıma dolmaya başlarken gözlerimde kalmış olan son tuzlu su damlaları çıkmak, tekrardan dökülüp canımı yakmak için zorluyorlardı. Bildiğim öğrendiğim şeyler gerçekten ağır geliyor ve kaldıramayacağım kadar zorlaşıyorlardı. Zaman ilacım olacak diyemiyordum çünkü geçecek zamanım kalmamış gibi hissediyordum. Sanki her şey bu anlarda bitmiş, dünya öylece donmuş kalmış gibi hissediyordum. Ömrüm boyunca bu acı kalbimde taze bir şekilde yer edinecekmiş ve her bir anne gördüğümde aklıma benim yüzümden ölen o güzel kadın, oğluna aşık olduğum o güzel kadın gözlerimin önüne gelecekmiş gibi hissediyordum. Ondan kalan son hatırasını oğlu benim boynuma layık görmüştü fakat o kolye bana artık o kadar ağır gelecekti ki, soğuk gümüşünü gerdanımda hissettiğimde boynum, boğazım deşilecekti. Göğsüm sızlayacaktı.
Kolye o güzel kadına yakıştığı gibi yakışmayacaktı benim boynuma.
Camdan bana yaklaşmak için uğraşan güneş ışıkları sevgilimin bedeni tarafından kesilmiş, benim için tıpkı bir kalkan görevi görmüştü. Sahi hala uyuyordu benim bitanem. Uykusunu alamamış gibi uyuyordu karşımda, bir daha hiç uyanmayacakmış gibi uyuyordu sevgilim fakat uykusunun hafif olduğu en ufak hareketimde gözlerinin açılacağını biliyordum.
Biraz daha bu şekilde durdum. Biraz daha düşündüm olanları okuduğum mektubun ağırlığını. Bir kez daha farkettim dünyada ucuz olarak gördüğümüz pek çok şeyin bize aslında ne kadar büyük değerler anlatabileceğini. Ucuz bir kağıt, zarf ve mürekkebin bana anlattığı şeyler gibi bunu da farkettim bir kez daha.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Sky |yoonmin|
FanfictionKüçük olan titreyen ellerini yavaşça kucağında oturduğu adamın yaralarına merhem olmak için kullandı. Kendi bedeninde ki yaralar henüz kapanmamışken; ağlayarak sevgilisinin patlamış dudağını temizliyordu. Sevgilisi uzun kemikli elini kucağın da ki g...