Şarkı: Fleurie - Sirens
Hür iradeyle olan kabulleniş nasıl bir histi? Hür, tam, eksiksiz... Kabullenmek, onaylamak, istemek ya da bunların zıddı. İliklerime kadar bana ait hissettiren kararları neden ben veremiyordum?
Buna mecburdum. İradesiz verilen kararlar bendim ve ben kendime mecburdum. Başka çarem yoktu. Aslında çare çoktu ama bana faydası yoktu. Benim kendime faydam yoktu.
İnsan en çok da kendine yetemediğinde eksik hissederdi. Ben bu eksikliği ana rahminden ayrıldığım andan beri hissediyordum. Hiçbir zaman kendime yetemedim. Hiçbir zaman. Sevgimi de yetiremedim, paramı da yetiremedim. Sevgisizlik ruhsuzluğa yol açtı, ruhsuzluk ise bunalıma, bunalım paranın yokluğu ile çarpıştı ve atom bombası misali yok edici şekilde patladı.
Ardında ise hasarlı olan beni bıraktı.
Birkaç saattir bana ayrılan odada bomboş tavanı izleyerek yatıyordum. Saat mi geçti yoksa dakika mı bilemeyip elim telefonuma uzandı. Fakat aklıma düşen düşünce ile bakışlarım sabitlendi. Telefonumu almamıştım. Hızla yattığım yerden doğruldum ve stresle odada volta atmaya başladım.
Okulumla alakalı önemli bilgiler vardı. Mezun olabilmem için son 3 dersim kalmıştı ve o derslerle ilgili belgeleri kaybedemezdim. Hızla odanın kapalı olan kapısına yöneldim, kapıyı açtım. Boş olan koridorda adımlarımı hızlandırdım.
Merdivenleri dörder beşer indikten sonra L koltukta uyuyan Bahadır ile karşılaştım. Mahzen'in isteğini yaptı, kafasını rahatlattı ve uykuya daldı.
Yanına iyice yaklaştım, elim onun omzuna dokunmak üzere havalandı. Acaba uyanmasını mı bekleseydim?
Ben düşüncelerimle cebelleşirken Bahadır, "Ne oldu?" dedi gözlerini aralarken. "Uyumuyor muydun?" dedim havalanan elimi indirip birkaç adım gerilerken.
"Mahzen öyle bir yer ki, senden pek çok şeyi alıp götürüyor. Uykularım tavşan uykusu gibi. Nefes almanı bile duyabilirim." dedi elleriyle gözlerini ovarken. Mahzen, içine çektiği insanlardan pek çok şey alıyordu. Belki ruhlarını alana kadar da durmayacaktı, bilemiyorum.
"Telefonumu evde unutmuşum." dedim. Bahadır bana bir şey söylemek yerine oturduğu yerde bacaklarını iyice uzattı. Ne yaptığını anlamaya çalıştığım sırada cebinden telefonumu çıkarıp uzattı. "Al."
Telefona uzandığım sırada "Her şeyi planladın mı?" diye sordum. Oturuşunu düzeltti, "Mahzen'de hiçbir şey sebepsiz olmaz." dedi. Bakışlarım ellerimde sabitlendiğinde buradan asla kurtuluşum olmadığını anladım. Mahzen'in içine çektiği hiçbir canın kurtuluşu, özgürlüğü yoktu. Dirensem neye yaradı. Yanımda, arkamda duran birisi yoktu. Bir tane bile destekçim yoktu. Yine tek başımaydım. Reşit olduğum gün kendime ev tutarken olduğu gibi, hukuk bölümünü kazanmadan önce eğitim fakültesindeki öğretmenlik bölümlerinden biri kazanıp kayıt yaptırmaya gittiğim gün olduğu gibi, eğitim fakültesinden mezun olup 2 sene boyunca üniversite sınavına çalışıp aynı zamanda part time işte çalışarak yaşamaya çalıştığım zamanda olduğu gibi. Kimse yoktu.
Bakışlarım tekrar Bahadır ile buluştuğunda dakikalardır gözünü kırpmadan beni izlediğini anladım. Gözlerimi ondan çekip yine üst kata, bana ayrılan odaya döndüm.
Bugün 18 Eylül 2027, günlerden cumartesi, saat tam altıydı. Telefonumdaki takvim uygulamasına eklediğim notlara göz attığımda bugün için hiçbir şey yazmıyordu. Ertesi güne yani 19 Eylül'e baktığımda gözlerim dehşetle açıldı. Unuttuğuma inanamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHZEN
ActionKusur. Beni iliklerime kadar tanımlayan, içime işleyen kelime. Eksiktim, kusurluydum, hiçbir zaman tam olamadım. Çabaladım. Olmuyordu. İçimdeki eksiklik yetimhane koridorlarında bir yerlerdeydi. İçimdeki eksiklik beni evlat edinen ailenin beni evlat...