0

739 66 95
                                    

Disney'in mutlu sonlar hakkında beni uzun süredir kandırdığını fark ettiğimde, ağustos ayının son çarşambasıydı.

Prensim ortalarda yoktu. Gitmişti. Kaybolmuştu.

"Seni kesinlikle asla unutmayacağım, hiç bu kadar mutlu olduğumu sanmıyorum, lütfen iletişimi koparmayalım, seni bir gün yeniden görmem gerek," demişti.

Ama sonra noldu? Hiçbir şey. O halde neden şu an mutfak masasında oturup ondan bir yaşam belirtisi gelmesini bekliyordum?

Yani, tamam. Ona sürekli mesaj atıp sık boğaz ediyor olabilirim ama bu bana neden cevap vermediğini açıklamıyor. Görmezden geldiği ilk mesajim onun iyi geceler mesajina bir cevaptı. Bu kadardı ama yine de buna cevap vermesi gerekir miydi?

Ondan sonra ki bütün gönderdiğim mesajlara ise görüldü atmıştı. Belki de mesaj atacaktı ama bir şeyler dikkatini dağıttı.

Mesela bir ev yangını ya da uzaylılar tarafından kaçırılma?

Dört gündür...

Gerçekten, düşününce ona yeniden mesaj atmam gerekiyordu. Fakat bu kez bir soruyla. Böylece görür ve cevap vermek zorunda kalırdı. Eğer vermezse beni tamamen görmezden geldiğini fark etmemi sağlardi belki de.

Tamam, bence bunu yapabilirdim. Alt tarafı bir mesaj atacaktım en büyük sırlarımı bilen, zamanının çoğunu benimle öpüşerek geçiren ve beni çıplak gören bir adama. Ne kadar zor olabilirdi ki?

Kolaydı, tamam. Hadi bakalım.

Wonbin:
Selam Anton! Ben|
Selam An|

Dostum, tahmin et ben ne|
Dostum, tahm|

Muhtemelen uzaylılar tarafından kaçırıldın ya da beni görmezden gelmek senin için çok kolay|

"Wonbin, bir dakikan var mı?" O kadar hızlı yerimden sıçradım ki az daha mesajı gönderiyordum. Kendimi rezil etseydim ne yapardım bilmiyorum. Annem karşımdaki tabureye otururken dikkatle onu izledim. Nolur nolmaz diye yarım kalan mesaji silip telefonu kapattım. "Şey, tabii. Ne oldu?"

"Şey, tatlım..." diye başladı annem. Bu beni korkutmuyor değildi açıkçası.

"Teyzen, şey, biliyorsun durumu iyiye gitmiyor. Enişten çocuklara ve hastane masraflarına yetişebilecek kadar güçlü değil. Şu sıralar yardıma çok ihtiyaçları var. O benim kardeşim, onun yanında olmam lazım. Bu yüzden babanla bir karar verdik ve Seul'de ki evimizi kiraya vereceğiz. Ne kadar sürer bilmiyorum. O sırada ise teyzenlere birkaç sokak ötede Gimpo da kalabileceğimiz bir ev bulduk. Haftaya eşyaları toplamak ve herkesle vedalaşmak için son şansın."

Bekle, ne? Ne, ne ve ne?

"Ne demek Gimpo'ya taşınıyoruz? Daha New Jersey'den yeni döndük."

"Wonbin, başka şansımız yok."

"Ama... siz... ben evde kalsam, siz Gimpo'da kalsanız? Yeterince büyüdüm zaten kendime bakabilirim." Bunun üzerine düşündükçe daha mantıklı gelmeye başlamıştı. "Aslında bu işe yarayabilir. Evle ilgilenirim, araba kullanmayı da biliyorum. Faturaları öderim, Bir işe de girerim. Daha sonra sizi ziyaret etmek için yanınıza gelebilirim. Ama buraya taşınmak mı, olmaz. Grubum, arkadaşlarım, her şeyim orada. Onları bırakamam."

Annem dirseklerini masanın üstüne koydu ve alnını avuçlarının arasına aldı. "Wonbin, lütfen. Bu işi daha da zorlaştırma."

Arkama yaslandım ve telefona baktım. Ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Okulda ki son yılımı arkadaşlarım olmadan yalnız mı geçirecektim? Tamamen yabancı bir okulda, beni tanımayan öğretmen ve öğrencilerle... Grubumdan ayrılmam gerekiyordu. Ayrıca baloyu da kaçıracaktım. Bu hiç adil değil.

Sonra anneme baktım ve bu konunun tartışmaya açık olmadığını anlamak için yüzündeki ifadeye tek bir bakış atmam yetti. Bunun her şeyi nasıl mahvedeceğine dair bütün sebepleri istemeye istemeye zihnimden uzaklaştırdım. Tüm bunları daha sonra düşünecektim, odamda. Spotify'da yeteri kadar melankolik bir çalma listesi bulduktan sonra belki.

Ama, ama, ama, bir yanım düşünmeye başladı. Çok da kötü değil aslında. Yeni
arkadaşlar, yeni okul, Anton'dan uzak bir hayat. Evet, ne kadar kötü olabilir ki?

Bu düşünceyle karnıma bir ağrı saplandı. Bazen kötünün içinde bir umut ışığı, bazense kocaman bir alev topu bulunurdu. Bu kesinlikle korkunçtu ve alev topu seviyesindeydi. "Tamam, şey bu aniydi biraz. Ama üstesinden gelebilirim."

Annemin yüzü aydınlandı ve sarılmak için tabureden kalkıp yanıma geldi. "Bu beklediğimden daha kolay oldu."

Göğsüne bastırdığı yerden boğuk bir sesle konuştum. "Bu noktadan itibaren sürekli söylenme hakkımı saklı tutuyorum. Hayır deseydim canavar gibi gözükebilirdim, değil mi? Zaten başka bir şansım da yoktu."

Annem beni bırakırken hafifçe güldü. "Hayır ama işbirliğini yine de takdir ediyorum."

"En azından dürüstsün." Kendimi gülümsemeye zorladım ve annem öğle yemeğini hazırlamak için tabureden kalktı.

"Üstesinden geleceğiz, söz veriyorum." dedi, biraz domates ve marul almak için sebzeliği gürültülü bir şekilde açarken. "Bazen de sevdiğimiz insanlar için fedakarlık yapmamız gerekir, değil mi? İstediğimiz bu olmayabilir ama yine de memnuniyetle yaparız."

Dalgın bir şekilde başımı salladım ve telefonuma döndüm. Artık Anton ile konuşmak için bir sebebim vardı. Ama cevap verecek miydi?

get a guitar | wontonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin