10

150 16 30
                                    

Uyandığımda üç cevapsız arama ve bir de mesaj vardı. Mideme bir ağrı girdi ve mesajı açmak için kendimi hazırladım.

Annem:
Sooyoung fene değil.
Uygun olduğunda Jia'yı getir.
(09.16)

Fena değildi.
Fena değil, iyiydi.
Puslu bir hayalin içinde gibi hareket ediyordum; Jia'yı uyandırdım, giydirdim ve karnını doyurdum. Annesinin hastanede olduğundan haberdar olmadığını fark ettim ve bunu nasıl açıklamam gerektiğini bilmiyordum. Sonunda, olabildiğince neşeli bir sesle küçük bir pürüzmüş gibi olayı anlatarak olayı basitleştirdim. Şansıma Jia şüphelenmiş görünmüyordu. Hastaneye geldiğimizde Sooyoung teyze arkasına yerleştirilmiş sert hastane yastıklarının ve yarı yarıya yukarı kaldırılmış hastane yatağının yardımıyla oturuyordu. Başında şalı yoktu. Bir süredir kemoterapi görmesine rağmen saçları tamamen dökülmemişti. Bunun yerine, eskiden boynundan aşağıya dek inen buklelerinden geriye birkaç tutam kalmıştı. Ayrıca yüzü tamamen temizdi. Asla, yani asla makyajsız dışarı çıkmazdı. Sadece kaşlarını yapıp göz kalemi çekmiş olsa bile. Böyle makyajsız haldeyken gerçekten hasta görünüyordu.

Ebeveynlerim, çirkin çiçekli desenli ikili koltukta yan yana oturuyordu, Jiho enişte de Sooyoung teyzenin başucundaki sandalyeye yığılmıştı. Bizim geldiğimizi fark edince yorgunca gülümsedi ve elini uzattı.

Jia doğrudan yatağa gitti. ''Kemoterapi görüyorsun sanıyordum?'' diye sordu Jia, o kadar alçak bir sesle sormuştu ki içimden bir parça koptu.

Sooyoung teyzenin gülümsemesi Jiho enişteninkinden bile daha yorgundu. ''Senin de şükran günün kutlu olsun, Elsa. Sen uyurken biraz hasta hissettim, o yüzden daha iyi olmam için buraya geldik. Endişelenme.''

''Canın acıyor mu?'' diye ısrar etti Jia.

Sooyoung teyze ve Jiho enişte birbirlerine hızlı bir bakış attı, sonra teyzem omuz silkti. ''Üstesinden gelemeyeceğim bir şey değil. Ama küçük bayan Munchkin, affedersiniz. Montunuz nerede? Dışarısı buz gibi.''

Çocukların çantasını gösterdim. ''Aldım. Spor ayakkabı da.''

''Spor ayakkabı istemiyorum.''

''Elsa o topuklu ayakkabılarla gösterisini yaptıktan sonra spor ayakkabısını giymişti.'' dedi teyzem.

''Hayır, giymedi.''

''İnan bana, giydi. Elsa'nın bunları gün boyunca giyebilmesi için saat başı bir tylenol alması gerekirdi. Ayakkabıların yapacağı yaralar yeter... Ayrıca o topuklularla buz üzerinde yüremenin zorluğundan bahsetmiyorum bile. Teyzen bir kez denemişti. Neler olduğunu ona sor.'' Sooyoung teyze kahkaha atan anneme göz kırptı.

''Büyüdüğün zaman anlatırım.'' dedi annem, Jia'ya. ''Çok büyüdüğünüzde.''

Sabahın kalanı nispeten sessizdi. Jia ipadini alıp duvar kenarında yere oturdu ve hiç şikayet etmeden film izleyip oyun oynadı. Çocukken bu kadar uslu olduğumu hayal bile edemiyordum ama bu kız sıradan bir çocuk değildi. Bugünlerde hastane, evlerinin bir uzantısı gibiydi.

Yetişkinler, teyzeme arkadaşlık etmek ve o dinlenirken telefonlarıyla oyalanmak arasında gidip geliyorlardı. Dinlenmeleri, derin bir uykudan ziyade gözlerini tek seferde on dakikadan uzun süre açık tutmayı başaramamasından kaynaklanıyordu. Bir yanım, hepimizin onu rahat bırakmasını ve bu sayede rahatça uyuyabilmeyi tercih edip etmediğini merak etti. Fakat bugün şükran günüydü. Şükran gününde ailenizi bırakıp gidemezdiniz, gerçekten ama gerçekten yalnız kalmak isteseler bile.

Saat on bir civarı, Jia biraz mızmızlanmaya başladı. Ebeveynlerimin bana attığı pek de gizli olmayan birkaç yalvaran bakıştan sonra hastanenin bahçesinde oynaması için Jia'yı alt kata indirdim. Bir yandan ona göz kulak olabilmek için, şaşırtıcı derecede kırmızı bir akçaağacın altındaki süslü ahşap banka oturdum ve telefonuma geri döndüm.

get a guitar | wontonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin