9

168 18 36
                                    

''Majör ve minör arasında nasıl bir fark olması gerektiğini hala anlamış değilim.''

Telleri tıngırdatmayı bırakmadan elimdeki bas gitara bakmaya devam ettim. ''Seni dinlemiyorum.''

Anton, ders kitabını imalı bir şekilde ters çevirdi ve başını doksan derece yana eğdi. Metal sandalyelerden birine tersten oturmuş, bacaklarını önünde birbirinin üstüne koymuştu. Saçı biraz fazla uzundu, kahkülleri gözlerini kapatıyordu.

''Ciddiyim, Wonbin. Bir notanın kederli, diğerininse neşeli olduğuna nasıl karar veriyorsun?''

İnanamayarak durdum. ''Minör notalar yoktur Minör gamlar ve akorlar vardır.''

''Ama siyah olanlar minör notalar değil mi?''

Şimdi en az onun göründüğü kadar afallamış hissediyordum. ''Siyah notalar mı? Sende sinestezi falan mı var?''

''Ha?''

''Renkleri duymak ya da tatlarını almak gibi?''

''Saçmalama.'' dedi Anton, ayağa fırlayıp uzun adımlarla piyanoya ilerleyerek. Soldan sağa doğru birkaç nota çaldı. ''Siyah nota. Siyah nota. Siyah nota.''

Birden jeton düştü. Piyano tuşlarından bahsediyordu. Düşündüğümden bile daha kötü haldeydi. Bir kahkaha patlattım ve piyanoda onun yanına hitmek için bas gitarımı bir kenara bıraktım. ''Hayır, bekle. Tamam, bunlar, bunların hepsi birer tuş. Piyano tuşları.''

Anton usanmış bir şekilde ellerini havaya kaldırdı. ''Eh, ben bilmiyorum!''

''Orası aşikar.'' diye sırıttım. ''Birkaç nota birleşerek bir akoru oluşturur. Bir akoru ya tek vuruşla çalabilirsin ya da böyle inişli çıkışlı bir şekilde...'' Hızlı bir bilek hareketiyle do, mi ve sol notalarını çaldım. ''Ve bunları majör ya da minör yapan, akorların içindeki notalardır. Bu bir majör akoruydu. Duyabilirsin, gördün mü? Kulağa neşeli geliyor?''

''Asıl sen sentetik olmadığına emin misin?'' diye sordu Anton.

''Sinestezik.''

''Ha sentetik ha sinestezik. Bunun nasıl neşeli duyulduğunu anlamıyorum. Kulağa şey gibi geliyor... Bilmiyorum. Eh işte.''

Anton, öğle arasında müzik odasına gelip benimle takılmayı pek alışkanlık haline getirmemişti ama son birkaç haftadır ara sıra benim peşimden gelmişti. Bugün de o zamanlardan biriydi. Her defasında diğerlerine benden birebir ders aldığını söylüyordu ve kimse pek şüphelenmiş görünmüyordu.

Zaten doğruyu söylemek gerekirse, müzik odasının kapısını arkamızdan kapadığımızda odayı bir anda ahlaksız bir porno setine çevirmiyorduk. Ya da ne yazık ki, sırada, ahlaksız olmayan bir pornoya. Bana dokunmak, fazla yakınıma oturmak ya da imalı bir iltifat etmek için hiçbir girişimde bulunmamıştı. Sadece müzikten, hayattan ya da herhangi bir şeyden sohbet edip takılıyorduk. Benimle vakit geçirmekten hoşlandığını arkadaşlarına itiraf etmediği gerçeğini unutamıyor olsam da o gülümsemesiyle her baktığında pes edip bana katılmasına izin veriyordum. Teyzem benimle gurur duyardı.

Bu öğle arası ziyaretleri her zaman göstermelikti. Onun bitmek bilmeyen zeytin dalı uzatmalarına direnecek gücüm yoktu. Bazen zeytin dalından ziyade zeytin yaprağına benzeseler bile. Ayrıca, buz gibi durmak için savaşmaktansa beni eritmesine izin vermek çok daha iyi hissettiriyordu.

Aramızdaki kırılgan ateşkese rağmen bir yanım, en azından şu anda tamamen platonik olup olmadığımızı, odadaki fili netleştirmek istiyordu ama konusu gelmeden bunu açamayacak kadar utangaçtım. Yani, ya göldeki her şeyi benim uydurduğumu söyler ve ben de yavaş yavaş delirdiğime dair kaçınılmaz gerçekle yüzleşmek zorunda kalırsam? İsterseniz dramatik olduğumu söyleyebilirsiniz ama gerçekten her şeyi ben uydurmuşum gibi hisetmeye başlıyordum.

get a guitar | wontonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin