''Wonbin, neden artık ilerlemiyoruz?''
Nefes al. Nefes ver. Ölme. Sonuncusu özellikle önemliydi. Ölme.
''Wonbin?''
''Evet, şey çünkü geldik.''
''Ah. Neden arabadan inmiyorsun o zaman?''
Mükemmel bir soru, Jia. Çocuklar böyle mükemmel sorularla doluydu. Yedi yaşındaki çocuğa arabadan inip bu fazla karanlık sokağa girmekten, kapıya kadar ki bu fazla uzun yolu yürümekten ve bu fazla gürültülü kapı zilini çalmaktan korktuğumu nasıl açıklayabilirdim?
Belki onun anlayabileceği bir şekilde anlatabilirdim? Mesela şöyle: işte kanıma karışan kortizol, kanımın aktığı damarlar, damarların gittiği kalp, kalbin içinde fazlasıyla hızlı attığı göğüs kafesi, göğüs kafesine sahip olan ve Anton'un yaşadığı evin kapısını tıklatamayacak kadar korkan çocuk.
Yalnızca üç seçeneğim vardı. Birincisi geri dönmek ve arka koltukta haklı olarak mızmızlanan huysuz, aç bir çocukla birlikte eve gitmekti. Bu, onun gecesini mahveder, Sooyoung teyzeyi de hayal kırıklığına uğratırdı ama Anton'un kapısını çalmaktan kurtulurdum. Artılar ve eksiler.
İkinci seçenek arabadan inmek ve Anton'un kapısını çalmaktı.
Üçüncü seçenekse bir süre daha burada oturmak ve sakince Jia'ya kanıma karışan, damarlarımda dolaşan kortizol ile ilgili her şeyi...
Tamam, peki. Peki. Yapacaktım.
Araç koltuğunda mızmızlanan Jia, kendi kemerini çözerek resmen yola fırladı. Bir yanım, otomattan arta kalan şekerlemelerin birazını gizlice cebine doldurarak yol boyunca yiyip yemediğini merak etti. Zamanında daha kurnazca şeyler yaptığını görmüştüm; bu konuda yetenekliydi.
Anton herkesin dışarıda yemek yediğini söylemişti. Ya çoktan başladılarsa? Kapı zilini ya da tıklatmamı duymayabilirlerdi. O zaman bir daha denemeden önce ne kadar beklemem gerektiğini nasıl bilecektim? Ya Anton, bizi davet etmek için izin istemediyse ve kapıyı ailesi açıp bizi kovarsa? Ya da daha kötüsü, Anton artık bizi burada istemediğine karar verirse?
Bir sokak lambasının altında durdum. ''Burada bekleyelim.'' dedim. ''Anton'a bir mesaj göndereceğim, o gelip bizi alır.''
En azından öyle yapmasını umuyordum. Tabii, yemek masasında telefon kullanmasına izin vardıysa. Mesajı hemen görebilmesi için tanrıya hızlıca bir rica gönderdim. Dışarısı, kasım sonu için bile inanılmaz soğuktu ve nefesimiz sokak ışığını yansıtacak kadar opaktı.
Görünüşe göre soğuk hava duaların iletilmesinde işe yarıyordu çünkü Anton ön kapıyı uçarcasına açtı ve saniyeler içinde merdivenlerden indi. ''Bu kadar uzakta ne yapıyorsunuz?'' diye sordu. ''Hadi. Hava saçma derecede soğuk.''
Anton, benim hissettiğimden de çok üşüyormuş gibi görünüyordu aslında. Üzerindeki kapüşonlu ve kot cekete rağmen ellerini ceplerine sokmuştu. Eve doğru yöneldiğimiz de Jia hemen Anton'nun yanına geçmişti. Her zamanki gibi ona sahip çıkmakta kararlıydı.
''Wonbin dışarıda yememiz gerektiğini söyledi.'' diye fısıldadı Jia, Anton'a.
''Eh, doğru söylemiş ama arka bahçede ısıtıcılarımız var. Sıcak olacaksınız, söz veriyorum.''
Anton'nun evine girer girmez yüzümüze çarpan sıcaklık dalgasına baştan çıkarıcı bir et ve baharat kokusuyla yaklaşık bir milyar desibel yüksekliğinde çalan latin müziği eşlik ediyordu.
Odalar, mutfaktan arka bahçeye tabak ve tepsi taşıyan insanların uğultusuyla doluydu. Anton, katılım konusunda şaka yapmamıştı, burada teyzeler, amcalar, büyükanneler, büyükbabalar ve mutfaktan aşırmayı başardıkları yumruk büyüklüğündeki atıştırmalıklarla her yerde koşturan çocuklarla birlikte yaklaşık elli kişi olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
get a guitar | wonton
Teen FictionWonbin ailevi sebepler yüzünden başka bir ülkedeki okula başlamak zorunda kaldığında karşılaştığı kişinin o tatlı ve kendinden emin çocukla alakası yoktu.