"Anton, biraz dinlen." dedim gölde yüzen sessiz çocuğu izlerken. "Wonbin, sen de girmelisin." dedi Anton. "Gerçekten iyi hissettiriyor."
"Ah, hayır. Ben yüzmede pek iyi değilim Anton-ah biliyorsun." Kıkırdadı ve yanıma doğru yüzüp iskeleye yaslandı. "Bugün sana böyle bakmak daha eğlenceli Wonbin."
"Oh, bacağını noldu?" Dediği şeyden sonra bacağıma baktım. Sadece ufak bir çizik vardı, umursamayıp omuz silktim. "Bilmiyorum, sanırım daha önce bir yerde çizmiştim. Önemli bir şey değil." "Bekle bir dakika, merhem ve yara bandım var."
Anton hızlı bir şekilde iskeleye çıktığında korkmuştum. Biraz deve olduğu için iskeleyi sallamıştı. Gözlerimi devirip onu beklemeye başladım. "Hey, yavaş ol Anton. Düşüreceksin beni."
Dediğimi umursamayıp çantasından merhem ve yara bandını çıkarıp yanıma oturdu, ben de ona döndüm. Aslında abartılacak bir şey değildi ama benimle ilgilenmesi hoşuma gitmişti. Bu sayede yüzünü inceleme fırsatı bulmuştum.
İşini bitirdikten sonra bana baktı. Göz göze gelmiştik. İlk defa yüzündeki benleri bu kadar yakından görüyordum. "Gözünün altında bir ben var. İlk defa görüyorum." Parmaklarımı yavaşça beninin üzerinde gezdirdim. Yüzlerimiz gittikçe yaklaşıyordu birbirine.
Küçük bir hareketle sakin sular dalgalanmaya başladı. Yayılan ışıltıda sana aşık oldum. Ve tam o anda dudaklarımızın buluşmasına sebep oldum.
-
Anton:
Özür dilerim.
(Görüldü, 16.02)O sabah gizli odanın ardından Anton ile bir daha konuşmadım. Günün ilerleyene saatlerinde bana bir kere mesaj atmaya çalıştı ama görmezden gelmek için kendimi zorladım. Kendimi tanıyordum ve pek de "hadi arkadaş kalalım" tarzında birisi değildim. Eğer Anton ile iletişimi soğukkanlıkla kesmezsem kendimi umutsuzca adanmış, yaralı ve karşılıksız bir halde onun hasretini çekerken bulacaktım. Yani, şimdikinden daha çok.
Gerçi haftanın büyük bir kısmını tepkilerimi zihnimde yeniden canlandırarak geçirdim. Ruh halime göre bu anıyı farklı yorumluyordum. Bazen dışarı fırlayıp o kapıyı çarpacak gücüm olduğu için kendimi tebrik ediyordum.
Diğer zamanlardaysa Anton'un hala bana karşı hisleri olduğuna ve harika bir geleceği 5 saniyelik bir öfke nöbeti yüzünden mahvettiğime kendime inandırıyordum. O zamanlar çok daha az keyifliydi.
Bir gece, bu umutsuzluk nöbetlerinden birinin tam ortasındayken anneme gençliğine dair büyük bir pişmanlığı olup olmadığını sordum. Ve sonuç annemden bir daha ilişki tavsiyesi istememeye sebep oldu.
Okuldaysa kendime bir düzen oturtmuştum. Öğle arasında Eunseok ile birlikte müzik odasına kaçıyorduk. Salı ve perşembe günleri yaptığımız grup provalarıyla birlikte müzik odası, okuldaki en sevdiğim yer haline geliyordu. Duvardaki ilham verici dandik posterlerden, berbat durumdaki gitarla keman koleksiyonuna ve odanın en uzak köşesine atılmış mikrofonla amfiye kadar bu odayla ilgili her şey tanıdık hissettiriyordu. Rahatlatıcıydı. Müzik müzikti.
Perşembeleri, öğle yemeğinden hemen önce müzik görgüsü dersim vardı. Zil çaldığında eşyalarımı toparlayarak hayallere dalmış ve mutlu bir şekilde dolabı yöneldim. Melodiler ve ileri seviye ritimlerden oluşan kendi küçük dünyama o kadar dalmıştım ki kafeteryaya ilk girdiğimde farklı herhangi bir şey fark etmedim. Ama yemek masasına gidip Anton'un benim sandalyemde oturduğunu görünce eminim ki fark ederdim.
Sıçtığımın sandalyesinde oturuyordu o kendini beğenmiş sandalye hırsız, küçük....
Ah, hayır, bir dakika, diğer çocuklar da buradaydı. Fazladan sandalyeler taşıyıp masanın etrafında sıkıp tepiş, herkesin sığabilmesi için omuz omuza oturuyorlardı. Aklımdan ilk geçen, benimle konuşabilmek için onları buraya Anton'un getirdiğiydi. İkinci düşüncem ise sen narsisizmin babasısın oldu. Her şey senin etrafında dönmüyor, aş bunları. Eunseok, bazı basketbolcuların zaman zaman bizimle oturduğunu söylemişti. İşte, o zamanlardan biriydi. Stres yok. Sakin ol.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
get a guitar | wonton
Teen FictionWonbin ailevi sebepler yüzünden başka bir ülkedeki okula başlamak zorunda kaldığında karşılaştığı kişinin o tatlı ve kendinden emin çocukla alakası yoktu.