Minho geldikleri büyük, kahve dükkanını inceliyordu. Yarım saatlik sessiz araba yolculuğundan sonra üç katlı kahve dükkanına ulaşmışlardı. Kahve dükkanı ne kadar güzel olursa olsun, Kim Seungmin şu an Minho için her şeyden daha çekici ve güzeldi. Tanrım! Kendisinin giydiğine benzer siyah blazer ceket, içindeki beyaz, yazılarla dolu tişört ve siyah kumaş pantolonuyla -boynundaki kolyelerden bahsetmiyor bile- harika gözüküyordu. Turuncu saçları ve gözlükleri ise Minho'nun kalpten gitmesini sağlayabilirdi. Ancak yine de küçük olanı rahatsız etmemek için gözlerini kafede gezdirmek zorundaydı.
Oldukları yer birinci kattı. Duvarlar krem ile sütlü kahve arasında bir renkteydi masalar, seçilen retro sarkık aydınlatmalar siyahtı. Duvarlarda çeşit çeşit eski fotoğrafları barındıran farklı şekilli ve işlemeli çerçeveler asılıydı. Önlerinde durdukları siyah tezgahın üzerinde birkaç kahve makinesi, onun dışında hazırlanan kahve bardakları vardı. Hemen birkaç adım gerisinde bir siyah tezgah daha vardı. El yıkama yeri, makineler ve birkaç malzeme... Arkadaki tezgahın bitişik olduğu duvarda da diğer duvarlar gibi farklı çerçeveler asılmış, tek farkla üzerlerinden sarı küçük ışıklardan koymuşlardı.
Ortam çok hoşuna gitmişti Minho'nun. İçerisi karanlık gözükse de, oldukça hoştu. Kara bulutlu ya da yağmurlu bir günün hissini veriyordu kahve dükkanı. Tam olarak Londra'nın yapmurlu havasını.
"Ne istersin?"
Seungmin'in sorduğu soru ile kendine geldi Minho. Dekarasyona o kadar takılmıştı ki...
"Kendine ne alıyorsan aynısından alabilirsin"
Minho sessizce konuşmuş, etrafı incelemek için gerisince başını çevirmişti. Ancak duydukları onu duraksattı.
"İki tane sıcak karamel macchiato. Birinin sütü daha fazla olsun lütfen."
Minho kaşlarını çattı ve Seungmin'e çevirdi başını. Unutmamış mıydı? Seungmin asla onun tarafına bakmıyor, ödemeyi bekliyordu. Ödedikten sonra Seungmin garsonlarsan birine yukarı katı göstermiş, onay almıştı.
"Benimle gel lütfen"
Minho yutkundu ve asansöre doğru yürüyen bedeni takip etti. İkili asansöre binmiş, üçünci kata çıkmıştı. Minho ilk başta gördüğüne hayran kaldı. Bir taraf büyük camlarla kaplı büyük salonda bir sürü ev salıncağı, led ışık, ortama sıcaklık katan ahşap raflar ve birkaç fener...
Minho etrafı incelerken Seungmin, büyük olanın belinden tutup ilerletmek istese de son anda kendini tuttu. Ve onun takip etmesi için yürümeye başladı. Minho camlı alanın orada bulunan masaya ilerlediğini görmüştü. Büyük alandaki tek boş masa buydu. Açıkçası Minho böyle bir yeri herkesin istediğine emindi. Bu yüzden Seungmin'in rezervasyon yaptırdığını anladı.
İkili karşı karşıya oturmuş, birbirlerine bakıyorlardı şimdi. İlk gözlerini çeken Seungmin oldu. Minho dudaklarını birbirine bastırdı ve başını eğdi aşağıya doğru. Sanki kucağında önemli bir şey varmış gibi ellerine bakıyordu büyük olan. Birkaç dakika sonra garson gelip, önce kahvelerini daha sonra ise tatlılarını bıraktı. Minho emindi Seungmin'in tatlı sipariş etmediğine.
Çikolatalı-çilekli pasta.
Minho'nun en sevdiği.
Büyük olan bir anlığına bile olsa tatlılara bakmış, ama bu küçük boy sayılacak pastayı görmemişti. Pasta taze gözüküyordu ayrıca. Seungmin'e çevirdi bakışlarını. Küçük olan o sıra kahvesine şeker katıyor, Minho'ya bakmıyordu.
Umutlanma.
İçinde kendi kendine aynı kelimeyi tekrar ediyor, tüm olanlara başka bir bakış açısı ile bakmaya çalışıyordu.