"Seni seviyorum" diyordum ama alt metinde tersini ima ediyordum. Benim sana olan sevgim biteli çok olmuştu sevgilim, sadece sen beni savunmasız kılan olmuştun. Bilmem ne kadar karaktersizce bir olaydı bu, fakat her iltifatımdan sonra özür diliyordum içimden istemsizce. Ben Romeo'mu buldum sanıyorken, Juliet bile olamadığımı fark ediyordum.
Güneşin doğuşu yakındı. Çoğu şeyin anlamı karanlıktı. Karanlığın ardında yatan şeyler tehlikeleri, ışığa çıkan yollarsa sonları verirdi bize. Ben bu karanlığa kendisini tutsak etmeye çalışan, ama ışığın yanı başında uyuyan bir salaktım. Bir keresinde Levi ile konuşma geçmişti aramızda;
"Gün geçtikçe daha da aşık ediyorsun beni kendine. Sesin ilacım, bedenin hastalığım olmaya yaklaşıyor. En büyük korkumu kendin yapıyorsun Y/N. Beni sana tutsak ediyorsun." demişti. O zamanlar duygularım son raddedeydi. Hâlâ seviyor ama aynı zamanda da sevmiyordum. "Levi," dedim mutlu ve mahçup bir tonla, "Seni bırakamayacağım kadar çok seviyorum." ilk yalanların imzaları bu günlerde atılıyordu.
"Bana ilk adımı attığın günden beri bana sahipsin sen Y/N." Gözlerinin içine daldım. Çok değildi, üç ya da dört ay öncesine kadar okuyamıyordum bu gözleri. "Sesin beni o kadar çok rahatlatıyor ki Y/N..." Keşke bunu ilk söyleyen sen olsaydın. "Bazen başımın ağrısına tek ilacım sen oluyorsun." keşke bunu ilk ima eden sen olsaydın. Keşke ve keşke, bunlar bana hâlâ bir anlam bahşediyor olsaydı.
"Seni çok ve en çok seviyorum." diye yanıt verdim. "Sesim ilacınsa bırak merhemin olayım. Gecelerin karanlığında ışığın, yağmurlu günlerinde şemsiyen olayım. Bırak Levi, senin evin olayım." Yalanlar deftere yazıldı, altına imzalar atıldı. Defterler kapatıldı ve tozlu raflara kaldırılmak üzere son mühür kırmızı bir mumla atıldı.
Anlamsız anlamlı geceler ve anlamsız anlamlı kavgalar vurdu bizim denizimize dalga olarak. Biz bir hiçtik ama beraber iken her şeydik. Artık yaşayamadığım bu duygulardan kaçmak için bir bahane bulamıyordum. Ben o kadar haddime olmayan sözler vermiştim ki, hayatım şimdi son çukura doğru adım adım ilerliyordu.
Sorunsuz kapatılan bir gece, ve kalp kıran son kavga. Ayrılsam ayrılamayacağım, kırsam mühürü peşimden ayrılmayacak koca bir ruh. Yaşa, diye bir ses geliyordu bencil Tanrı'dan. Yaşa diyordu ama yaşamam için kolaylık yaratmıyordu. Bunca zaman ben ne yaşadıysam, hâlâ ekmeğini yiyemiyordum.
Garsonlar siparişimizi aldı. Yemeklerimiz geldi ve düzgün bir şekilde yedik. Yerken ekonomiden başka konu konuşamamıştık çünkü artık konuşacak bir şeyimiz bile kalmamıştı. Ardından sıra tatlıya geldiğinde garson önüme traliçe tatlısını koydu. O sırada ise Levi kalkıp diz çökmüştü.
Cebinden çıkarttığı kalbimden de siyah bir kutu gördüm. Tek dileğim onun bir yüzük olmaması ve Levi'ın bağcığını bağlamak için eğilmesiydi. Herkesin gözü bize döndü. "Y/N," dedi. Levi'a bakıyordum. Elindeki kutuyu açtı ve içerisindeki pırlantayla beni baş başa bıraktı. "Evim olduğun gibi evin olmama izin verir misin? Benimle evlenir misin?"
Hayır. Hayır ben evlenemezdim. Ben seninle evlenemezdim. Hayır demekten başka çarem yoktu. Hayır Levi ben seni artık sevmiyorum. Hayır Levi seninle bir evlilik kuramam. Hayır Levi ne ben senin, ne sen benim evim değildin. Hayır ve hayır Levi.
Geçmişin kapıları açıldı tekrardan, üniversitede bir banka oturmuş, elimizde limonata ile kitap hakkında konuşuyorduk. "Restoranda evlenme teklifi mi? Çok banal." demişti Levi. "Ama yine de çok sevimli. Evleniyorsun ve bu senden habersizce lüks bir restoranda oluveriyor. Düşünsene çocuklarınla oraya gittiğinde şey diyorsun, "Bakın çocuklar ben annenize tam şu masada, şunu şunu sipariş ettiğimiz zamanda evlenme teklifi ettim." Çok sevimli değil mi yani?" dedim heyecanla.
Omuz silkti ve cıkladı. "Hayır." dedi. "Peki sence? Bir evlenme teklifi nerede ve nasıl edilmeli?" diye sordum sevgilime odaklanarak. Kollarımı birbirine bağlayıp bilmiş bir görüntü yaratmıştım. "Evde kendi çapında olsa bile yeter. Evlilik büyük bir şey, konuşulup yapılmalı. Nereden bileyim belki milletin içinde bana hayır deyip reddetmeyeceğini? Onca rezervasyondan sonra bir de rezil mi olayım yani?"
Güldüm. "Kendine güvendiğini sanardım bir de."
Önümdeki adama tekrar baktım. Gerçekten mi Levi? "Evet." dedim sessizce gözümden bir yaş akarken. Gülümseyerek ayağa kalktığında insanlar bizi alkışlıyordu. Yüzüğü parmağıma taktı ve beni ayağa kaldırdı. Sarıldığı zamanda ağlayışım artmıştı. Alkışlamayın, gözyaşlarım mutluluktan değil, sadece yastan.
Nişan kolayca atılabilirdi sonuçta, değil mi? Bu sadece nişandı. Kolay bir yüzük takma olayı. O kadar. Ailelerimiz öğrendiğinde bu kadar kolay olmaktan çıkacaktı ama.
Kendime olan saygımı tamamen kaybettiğim gün işte bu gündü. Mutluydum ve daha fazlası olmalıydım. Ama ağlıyordum ve gözyaşlarım mutluluğa değil üzüntüye akıyordu. Ben ağlıyordum çünkü benim hayatım bugün son buluyordu.
Evlilik... Bir adamla... Altı yılımla ve sevmekten vazgeçtiğim bir adamla... Ben kendimden nefret ediyor olmalıydım bunu yaptıysam, değil mi?
Eve geçtiğimiz zaman mutlu gibi davranmaktan başka çarem yoktu. Tek yapmak istediğim şey önceden sorunlarımızı nasıl çözüyorsak onu tekrar yapmaktı. "Evlilik teklifi mi?" dedim gülerek. Gülüşüm sinirimdendi ama mutluluktan gibi davranıyordum.
"Kupaların kraliçesi, kupaların kralını bulmuş, evlenmesin mi yani?" dedi. "Evet dedim, yani bu cevabı açık bir soruydu." diye yanıtladım. "Teklifi ederken ne kadar çekiciydin tahmin edemezsin." dedim onu tahrik etmeye çalışırken. "Hmm, öyle mi bebeğim?" diye sordu.
Belimden tutup dudaklarıma şehvetli ve tutkulu bir öpücük bıraktığında tamamlanmış hissettim. Asla manipülasyonuma karşı bir savunman yok, değil mi Levi.
———
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Attack On Titan One Shots
FanfictionAttack On Titan Karakterleri x Fem Reader İsteklerinizi yazabilirsiniz. Spoiler içerebilir. Karakteristik özelliklerinde değişkenlik görülebilir.