Tasavvufta İstikamet ve Hedef

114 6 0
                                    

Tasavvufta İstikamet ve Hedef

Manevi terbiye yolunda en önemli iş, bu yola güzel bir niyetle girmektir. Bu niyet, Allah rızasıdır. İstikamet, önce niyette aranırNiyet güzel olursa, arkası güzel gelir; bozuk olursa, hayırlı sonuç alınamaz.

İlahi davet ve terbiye ile muhatap olan insanlar üç gruptur: Mümin, münafık, kafir. Bir peygamber bu üç gruba aynı daveti yapar, fakat aynı sonucu alamaz, aynı faydayı veremez. Sonuç ve fayda, her birinin niyetine ve fiiline göre değişik olur.

Mümin, samimi olarak içi ve dışıyla Allah’a iman eder; ilahi emir ve hükümlere gücü kadar uyar, tabi olur. Bir peygamber veya varisi bu kimseye fayda verir.

Münafık, dışından inanmış gözükür, kalbiyle itiraz eder. Dışıyla itaat eder, içinden isyan eder. Dini dünya için kullanır; din ile dünya kazanmaya, itibar toplamaya çalışır. Bir peygamber veya varisi bu kimseye bir fayda veremez. Ta ki, tövbe edip ihlâs ve istikamete gelene kadar.

Kâfir ve münkir, hakka açıktan itiraz eden, düşmanlık yapan kimsedir. O da iman edip teslim olmadan peygamberden veya varisinden bir fayda göremez.

İmam Rabbânî (k.s) bir mürşid terbiyesine girmenin hedefini kısaca şöyle belirtmiştir:

“Bir mürşid terbiyesine girmekten maksat; hakiki imana ulaşıp, ilâhî emir ve hükümleri muhabbetle uygulamaktır.“ [10]

 
Fenâ ve  bekâ  hallerinin elde edilmesinden asıl gaye yakîn(görüyormuş gibi inanmak halinin hâsıl olmasıdır . Bundan başka bir şey düşünmek (mesela Allah'ın kendisine  hulûl edip bedenine girdiğini yahut kendisinin Allah'ın zâtında kaybolduğunu veya ibadetlerin kendisinden düştüğü bir makama ulaştığını söylemek ) dinden çıkmaktır

Asıl maksat ,aşk ve muhabbet değil , kulluktur . Aşk ,cezbe ve muhabbet güzel kulluk içindir . Velayet mertebelerinin en sonu kulluk makamıdır . Ondan daha üstün bir makam yoktur .

Tarikat ve hakikat menzillerini aşıp geçmekten maksat , rıza makamı için gerekli olan ihlâsın elde edilmesidir, başka birşey değildir.

Büyük veli Ebu Tâlib el-Mekkî (k.s) demiştir ki:
"Kalbinde Allah'tan başka bir muradın kalmaması için cehd ve gayret et. Bu murad sende gerçekleşince işin tamamdır . İsterse sana keramet ve harikalardan ,manevi hal ve tecellilerdensana birşey  verilmesin"
 

Tasavvuf, bütün benliği ile Allah yoluna bağlanmaktır. Bu yol, sünnet-i seniyyeye uymaktan başka bir şey değildir. Her şeyi ile dinin hizmetçisidir; dinin geçek yönünün anlaşılmasına ve gerçek hâliyle yaşanmasına hizmet eder. Bütün zevkler, vecdler, keşifler, kerametler, hâller, sadece dinin anlaşılmasına destek ve güzelce yaşanmasına birer delil yapılmalıdır. Bu yolda böyle şeyler istenmez, beklenmez, düşünülmez. Ancak bir hikmet gereği verilirse, edeplice alınmalı, mahcup olarak tevazu ile kabul edilmelidir. Bu şeyler övünmeye değil, şükre sebep yapılmalı; nefsin keyfine değil, dinin inkişaf ve hizmetine vesile edilmelidir.


İstikameti ve tek hedefi Allah rızası olan kimsenin, sünnet üzere güzel kulluk ve hizmet etmekten başka bir arayışı varsa, aldanmıştır. Niyetini kontrol edip gidişatını düzeltmezse, sonuç Allah’a değil, ateşe gider.

 

Allah rızasını elde etmek için, bir farzı yapmak, binlerce sünnet ve nafileden önde gelir. Amelde önem sırasını karıştırmak,  haram ve farzları hafife alıp, nafile hükmündeki işlere dalmak, şeytanın bir hilesidir.

İstikamet, niyet ve amelde Yüce Allah’ın çizdiği yolda gitmektir. Yoksa bütün sevgiler, beklentiler ve işler azap sebebi olur. Bu tehlikeden kurtulmanın en emniyetli yolu, her işinde Kur’an ve sünneti rehber etmek, onu rehber edenlerin izinden gitmektir. Dinimiz, bize her işte dengeyi öğretmiştir. Yeter ki, bu ölçüleri öğrenelim.

Yüce Allah’tan gayri her şey, Allah için sevilirse güzeldir. Bir peygamber veya veli, ancak Allah için sevilir. Yüce Allah, amelde olduğu gibi, niyet ve sevgide de istikamet üzere olmamızı emrediyor. En büyük keramet, bu istikamet üzere dünya hayatını yaşamak ve ölmektir. İstikametin sonu, Allah rızası ve cennettir. Bundan öte bir devlet ve saadet yoktur.

tasavvufi dünyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin