Tasavvuf Hayattır

86 2 0
                                    


اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Tasavvuf, güzel ahlaktan ibarettir. “Kim güzel ahlâkta ileri ise, en güzel sufi odur” diyen arife Allah rahmet etsin.

Tasavvuf güzel ahlâktan ibaretse, bu güzellik görünmek ister, sevilmek ister. Güzel olan kalpler, güzel olan şeyleri isterler ve severler. Öyleyse bu güzelliğin tanınması ve yayılması gerekir. Çünkü bu güzellik hayallerimizi değil, hayatımızı süslemek içindir. Öyleyse ona dil değil, el uzatmalıyız. Onu dışımıza değil, içimize atmalı, yaşayarak tatmalı ve tanımalıyız.

Tatmayan bilemez, bilmeyen sevemez demişler. Bir şeyi yutacak da olsak, kaldırıp atacak da olsak, önce ağzımıza alıp dilimize koymalı, damağımızla kontrol ettikten sonra bir karar vermeliyiz.

Tasavvuf, mürşid, zikir, rabıta, hatme, murakebe, müşahede, nazar, tevüccüh gibi kelimeleri, sadece işitmekle veya kitaplardan araştırmakla tam anlamak mümkün değildir. Sırat-ı müstakim çizgisinde terbiye veren bir mürşidi tanımak isteyen kimse, ona bizzat talebe olmalı, gösterdiği usülde davranmalı ve tavsiyelerine uymalıdır. Allah için onu sevip kalbinde yer ayırmalı, ondaki edeb ve güzel ahlâkı gönlüne yerleştirip gündemine almalıdır. Buna rabıta denir. Mürid, mürşidine rabıta yapmalıdır. Bir işe başlayan kimsenin önünde delili, gönlünde sevgisi, hayalinde bir hedefi yoksa, bu gidişten ve o işten bir hayır gelmez, biline!

Ey hakkı ayakta tutmak isteyenler! Hak, edeb ve adalet istiyor. Bir yerde edeb ve adalet çiğnenmiş ise, bilin ki orada cinayet işleniyor. Şimdi tasavvufa girenlere de, onu dışarıdan tenkid edenlere de şunu hatırlatırız:

Tasavvuf, bütünüyle edebtir. Edeb olmaz ise, ne tasavvufa adım atan, ne de ona taş atan muradına erebilir. Sadece birisi eleştirir, diğeri onu yıkar. Tavuğun önüne atılan inciye yazık olur. Çünkü onu ne yer, ne de değerlendirir. Sadece kirletir.

Hak adamlarının ve hakkı arayanların derdi nefislerinin çıkarı değildir. Onların kulluktan ve mertlikten başka bir dert ve davaları yoktur. Güzele güzel, kötüye kötü derler.

Tasavvuf büyüklerinin itikadı şöyledir:

Peygamberlerin dışındaki herkesin hata yapma, yanılma, yanlış karar verme payı vardır. Ancak, arifler hatada ısrar etmezler.

Kur’an ve sünnetin açıkça veya işaret yollu tasdik etmediği hiçbir ilim, amel, hal ve cezbe muteber değildir.

Hiç bir müctehid ve mürşid: “Ben masumum, ne söylersem muhkem ayet gibidir. Sözlerimde yanılma, işlerimde yanlışlık yoktur. Bana herhangi bir itiraz olamaz!” deme hakkına sahip değildir.

Zaten, Hz. Peygamber’in gerçek varisi olan hiç bir müctehid ve mürşid, böyle bir iddiada bulunmamıştır.

Hz. Peygamber’in (A.S.) halifelerinin ilki ve bütün tarikatların piri Hz. Ebu Bekir Sıddik (R.A.), halife seçildiği gün Ashab-ı Kiram’a şöyle seslenmiştir:

“Ben Allah’a ve Rasulüne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz. Ben hak çizgiden ayrılınca, artık kimsenin bana itaat etmesi gerekmez!” (İbnu Kesir)

Bu ümmetin ikinci halifesi ve bir çok cehrî tarikatın meşrebte piri Hz. Ömer (R.A.) de: “Bana ayıp ve kusurlarımı gösteren kimseye Allah rahmet etsin” demiştir. (Mekki, Sühreverdi) Yine O, Bişr b. Sa’d (Rh.A.) kendisine: “Ya Ömer! Eğer önümüzde yanlış yapar veya işlerinde ihmalkâr davranırsan seni (gerekirse kılıçlarımızla) düzeltiriz!” dediğinde: “Sizler, evet sizler ancak böyle davrandığınızda hak üzere kalabilirsiniz” (Bkz: Sühreverdi) diyerek, hem kendisini kontrol eden samimi mü’minlerin bulunmasına sevinmiş, hem de hak üzere kalmak için takip ve eleştiriyi gerekli görmüştür. Mutlak teslimiyet ve hiç itiraz etmemek, ancak hak olan emirlerde olur.

Tasavvuf büyüklerinin ortak sözü şudur: “Bizim bir kusurumuzu gördüğü halde gelip bize söylemeyen kimse, dostumuz değildir, hasmımızdır. Kıyamet günü ondan davacı olacağız.”

Haklı olan ve hak üzere yaşayan bir insanın dokunulmazlık zırhına bürünmesine ne gerek var?

tasavvufi dünyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin