12

10 1 0
                                    

Yere düşen çelik uçlu bir ok ve ardından vücuduma değen parmakların acısı...
Beni arkasına almıştı, gergin vücudu elimin altındaydı. Bulunduğumuz yerin soğuğuna rağmen sadece kırmızı bir kumaş sarıyordu karşımdaki siyahî adamın bedenini. Onun gibi bir grup adam tam karşımızda bekliyor, en küçük bir şeyde saldıracak gibi bakıyorlardı.
"Asil ve katil Persli!" öndeki adam karanlıkta pek görünmese de dişlerinin parlaklığı kendini belli ediyordu. Elindeki bıçağı birkaç tur çevirdi ve elinin kalktığını bile anlamadığım bir anda bıçağı fırlattı. Beyaz gömleğin ikiye ayrılmasıyla Hektor'un göğsü kan içinde kalmıştı. Kesiğin acısını hissetmemiş olacaktı ki hala daha büyük bir çabayla beni arkasında saklıyordu "Seni, ihanet ettiğin topraklarına canlı götürmek isterdim ama kralımız senin sadece kalbini istedi." diyerek bir adım attığı anda Hektor'un sarsılan bedenini kenara çekmeyi başarmıştım.
Şimdi onu koruma sırası bendeydi. Kan kaybettiği için güçsüz düşmüştü ama tek derdi benim önüme geçmekti. Yutkunamıyordu, acıyan göğsünü tutup inlerken "Apolline arkamda kal!" diyebilmişti sadece ama ağaca yaslanan gövdesini hareket ettiremiyordu "Pamuk prenses ve avcı masalını duydun mu Persli? Bu beyaz adamların çok garip hayal güçleri var." ikinci bir bıçağı çıkarmıştı belinden.
Aşırı büyük elleri vardı, bıçakla tırnağını yontuyordu "Fakat çok cezp ediyor beni o masal. Eğer bu kız önümde diz çöker de yalvarırsa senin kalbin yerine bir başka insanın kalbini götüreceğim söz veriyorum." Ağaçların arasında beliren parlak ışık birkaç saniye gözümü kamaştırmıştı. Gerçek Apolline altın saçları ve porselen bebek gibi duran yüzüyle görüş alanıma girmişti.
"Bu sefer istemene gerek yok. O kurtulsun diye her şeyi yaparım." boşluğa bakarak konuştuğumu gören adam çenemi tutmuş ve kendine çevirmişti "Benimle konuşurken gözlerime bak!" adamın bana değen elleri Hektor'u çılgına çevirmişti. Sanki göğsü ikiye ayrılan o değilmiş gibi adamı geriye doğru itmiş ve var gücüyle bağırmıştı "Ellerini ondan uzak tut Garshab!" yüzünde yaralar olan, kağıt gibi bembeyaz adama bakarak gülmüştü "Küçük katil adımızı unutmamış Kasrani gördün mü?" beklenmedik bir anda Hektor'un bedenini omzuyla ittirdiğinde düşmek üzere olan Hektor, son anda ağaca sırtını yaslamıştı.
Durumu çok kötüydü fakat onların karşısında yıkılmamak için kanının son damlasına kadar ayakta duracak gibiydi. Apolline, küçük ince ellerini Hektor'un yarasının üstüne koyduğunda acısı inmişti, rahatlamıştı Hektor. Siyahî adam yüzüme doğru yaklaştı. Nefesindeki arpa ve tütün karışımı kokuyu aldığımda midemin bulantısını bastırmak için başımı çevirdim "Yalvar zavallı kız! Yoksa gözlerinin önünde kalbini sökeceğim Perslinin."
Benim yalvarma sebebimi anlayamıyordum "Neden benim yalvarmamı istiyorsunuz?" etrafımda yavaş adımlarla bir daire çizmişti. Tam arkamda duruyordu. Artık ağır ağır yağan yağmur ıslak yüzümden, aşağı kayıp gidiyordu "Çünkü o bir asil soy. Eğer asil soyun eş olarak seçtiği kişi, insanlara yalvaran aciz bir karakter olursa Ahura Mazda, asil soyu lanetler. Eş olarak seçtiğini kumlar yutar, asil soy ise sonsuza kadar umutsuzluğa ve elini neye atsa yok etme lanetine kavuşur. Ahura Mazda, güçlü ruhları sever. Acizleri değil." saçlarımı tutup kendine doğru çekmişti.
Acı çektiğimi gören Hektor, hareket ettiği anda kanı duran yara tekrar açılmıştı "Sana dokunma dedim Garshab! Dokunma!" Garshab'ın üstüne atılmıştı. Diğerleri harekete geçecekken yüzü yaralı adam hepsini durdurmuştu. Hektor, Garshab'ın uzun saçlarını ellerine dolamıştı "Saç çekmeyi çok mu seviyorsun?" diye bağırarak başını kaldırıp ıslak toprağın üstüne defalarca vurmuştu. Altta kalan adamın öleceğini anladıkları anda hepsi birden Hektor'u yere sermiş ve vurmaya başlamıştı. Zihnimde canlanan bulanık anılar birbirine çarpıyor, onlar çarptıkça kulaklarım çınlıyordu. Ellerimi kulaklarıma bastırdım.
Yerde yatan Hektor nefesine karışan kanları tükürerek "Kaç!" diye bağırıyordu. Onun sesi şimdi Dedektif'in sesine dönüşmüştü. Yerde yatan Hektor'un yüzü birkaç saniyeliğine Dedektif'in yüzüne dönüştüğü sırada bana "Eflin!" diye seslenip elini uzatmıştı.
Dedektif'i o halde gördüğüm an kendimi yere atmıştım. Dizlerim çamura batmıştı, gökyüzü büyük bir gürültüyle aydınlanmıştı. Yüzüme yapışan ıslak saçlarımı dudaklarımdan çektim "Size yalvarırım bırakın Dedektif'i! Yalvarırım bırakın." sesimi duymuyorlardı. Bağırmaya çalıştım tekrar. Fakat bir faydası yoktu. Her seferinde daha da kısıldığını biliyordum.
Ellerimi toprağa ve taşlara vurmaya başladım. Çıplak tenimim parçalanırcasına suya ve toprağa çarpma sesi dikkatlerini çekmişti. Dedektif gözlerini dikmiş, her yeri kana bulanmış bir şekilde bana bakarken "Yalvarıyorum size. Lütfen onu bırakın. Eğer birinin kalbi gidecekse o ben olmaya hazırım. Ama lütfen, yalvarırım bir kere daha canını yakmayın, yapmayın." başımı yere eğerek gözlerimi sıkıca kapatmıştım.
"Neden?" diye bir fısıldama duydum. Hayal kırıklığıyla dolu olan bir fısıltı sadece. Kanla karışık bir ses.
Gözlerimi tekrar açtığımda kuru ve sıcak bir yerde olduğumu fark ettim. Hektor yoktu, Dedektif yoktu, adamlar yoktu bir ben vardım bir de ışığı yanan cihazlar. Karanlık odayı aydınlatan monitörlere baktığımda vücut şeklimin kayıtlı olduğu grafikler görmüştüm. Ölüm sessizliği vardı. Odada sedyeden başka hiçbir şey yoktu. Doğrulmak istediğim anda vücuduma saplanan acı dişlerimi kırılırcasına sıkmama sebep olmuştu.
Derimin altına sokulan kırmızı ve mavi kablolar bantlarla sabitlenmişti.
Karşıda duran pencere de karanlıktı ve perde yoktu. Üstümdeki önlük sadece göğsümden dizimin üstüne kadar kapatıyordu bedenimi "Uyandı!" diye bir ses duyduğum anda etrafıma baktım. Hiç kimse yoktu. Kablolardan dolayı acıyan ve titreyen ellerimi şakaklarıma götürdüm. Başıma yapıştırılan bantları söktüğüm anda duyduğum fısıltılara odaklandım "Acıya neden tepki vermiyor?" bağırıp kendimi yerlere atmak nasıl bir etki doğuracak bilmediğim için sessiz kalmayı ve konuşanların ortaya çıkmasını bekliyordum.
Monitörlerden birine tekrar baktığım sırada vücudumun sembolünün etrafında yanan kırmızı ışığa odaklanmıştım. Nabzımı gösteren sayı hızla artıyordu. O anda ilk güvendiğim kişinin adını sayıkladım "Dedektif! Orada mısın?" fısıldayanlar durmuştu. Sadece tanıdık bir ses geliyordu uzaktan "Bu nasıl olabilir?" bu ses onundu. Duyuyordum. Daha da hızlanan kalbime elimi koydum "Buradasın biliyorum!" şimdi kimse cevap vermemişti.
Bekliyordum. Buharın serbest kalması gibi bir şekilde açılan kapıya taraf çevirdim başımı. Profesör'ün rugan ayakkabılarının çıkardığı ses dolmuştu odaya "Azrak, nasılsın?" kurduğu düzeneğe hayranlıkla baktığını fark etmiştim "Sadece biraz su alabilir miyim?" kaşlarını yukarı kaldırdı ve beni işaret etti "Birkaç tahlilden sonra elbette" bedenime bağlı olan kabloları izliyordu "Sana ne yaptığımı merak ediyorsundur. Ben..." lafını tamamlamasına izin vermemiştim "Merak ettiğim tek şey Dedektif nerede?" şaşkınlığını saklayamıyordu.
"Sen, onu nasıl hatırlıyorsun?" hatırlamamam için bir sebep yoktu. Sürekli uyuyup uyandığım için olanların büyük bir kısmını kaçırıyordum. İşaret parmağını uzattı ve omzuma bağlı olan kabloyu cihaza kadar takip etti "Bunlar ne biliyor musun Azrak? Vücuduna elektrik yükleyen ve ucundaki iğne, bir şiş kadar kalın olan kablolar. Sen uyanır uyanmaz bunu sormak yerine Dedektif'i mi sordun? Bu kadar acıya rağmen." nasıl bir deneyin kurbanıydım bilmiyorum ama onu hissediyordum.
Cama taraf baktım "Orada olduğunu biliyorum. Bana yardım et." şakaklarıma bağlı olan bir diğer bantları hızla çekmiş ve saçma - psikopatça bir kahkaha atmıştı "Beyninde neredeyse son altı ayı unutacağın kadar çok elektrik yükledik ama sen son 48 saat içinde tanıdığın Dedektif'in adını sayıklıyorsun." beynimi silmenin onlara faydası neydi bilmiyorum ama odaya giren adamlardan şimdiden korkuyordum. Dört kişi beni tutup sedyeye geri yatırmıştı.
Ağzıma tıkılan kumaş parçasını tükürmek isterken beynime soktuğu kabloyu çektiği sırada başımın kesildiğini sanacak kadar büyük bir acı hissetmiştim. Dört kişinin tutmasına rağmen kendimi sedyeden atacak kadar büyük bir güçle kendimi kurtarmaya çalışıyordum. Kablonun ucundaki neredeyse beş santim, kalın iğneyi gördüğümde kendimden geçmiştim.
Bir diğer taraftaki kabloyu da çekiyorlardı "Bir dakika!" diyerek durdu Profesör. İlginç bir şey görmüş gibi yüzüme bakıyordu. Ağzımdaki bezi aldı ve birden kabloyu çekti. Etimden ayrıldığını hissettiğim iğne beni gözyaşlarına boğsa da sesim çıkmamıştı "Çok garip. Bağıramıyor." gülerek cama doğru döndü "Bu kız bağıramıyor." diyerek üçüncü iğneyi çekmişti. Sıra vücuduma geldiğinde çırpınmaktan yorulmuştum.
Başım sağa doğru düşmüştü, gözlerim camdaydı. Boğulduğum gözyaşlarının içinde sadece "Canım acıyor Dedektif" diye fısıldamıştım. O, benim fısıltımı duyan tek insandı. İri bedeni anında kapıda belirmişti. Yavaş adımlarla yürüyordu ama hızlı hızlı aldığı nefesi kızgın bir vahşi hayvanı andırıyordu "Eğlenceye gel bak. Ne yaparsan yap bağıramıyor!" diyen Profesör'ü yakasından tutmuştu. Simsiyah gözleri, ardına kadar açılmıştı "Böceklerini de al, sizi ezmeden buradan kaybol!" dişlerini sıkıyordu, dudak hareketleri bile onun her an başını koparacak gibi durmasını destekliyordu.
Yakasından tuttuğu adamı yere doğru fırlattığında Profesör yere düşmüş ve çarptığı başını tutarak bağırmıştı "Ne o Yıldırım? Yoksa sen canı acıdığı zaman bağıranlardan mısın? Odadan çıkacak mısın, yoksa sesin kaç desibele kadar çıkıyor ölçelim mi?" lafı bittiği anda odada kimse kalmamıştı. Çırpınırken açıkta kalan bedenimi, yere düşen örtüyle kapatmıştı. Yüzüme doğru eğildi. Sadece baktı, baktı ve baktı.
Elim, avucunun içinde kendine taht kurduğu anda bütün acılarım dinmişti "Yavaşça çekeceğim Eflin. Acırsa elimi sık. Sadece dört tane. Dayan, söz veriyorum seni evine götüreceğim. Söz veriyorum." zemine çarpan metalin sesine bakmak için başımı çevirdiğim anda bir tane kablonun daha çıktığını görmüştüm "Ama hiç acımadı." dediğim zaman başımı tekrar kendine çevirmişti "Sen sadece gözlerime bak! Bütün acıların benim olacak."
Gözlerine bakıyordum. Acılarım diniyordu. O an keşke daha fazla iğne olsa diye dua ediyordum. Üçüncüyü de çıkarmıştı. Son iğne kalmıştı ve son birkaç dakika. Oysa beni bıraksa ölene kadar gözlerini, gözlerini esir alan kirpiklerini izlerdim. Bana o kadar yakındı ki, birkaç kere sezdiğim ve hiçbir şeye benzemeyecek kadar güzel olan kokusu üstüme sinsin diye dua etmiştim.
Gözlerimi kapattım, artık onun kalp atışını duyuyordum. Son iğne de yere düştüğü anda gözlerimi açacaktım ki adımı söylerken nefesini hissedip durdum "Eflin, kendinde misin?" bilincimin açık olmadığını düşünürse ne yapacağını çok merak ediyordum.
Sol eli sırtıma değdiği anda beni kaldırmıştı. Başım, artık onun göğsündeydi ve artık ona bu kadar yakınken ölmeyi diledim. Başım, göğsünden hiç ayrılmasın diye. Örtüyle birlikte beni kaldırmıştı. Şimdiye kadar yayları eskimiş o çekyat bana evde uyumanın güvenini ve rahatını vermişti fakat benim yuvam sanki burasıydı.
Onun kokusuna neden bu kadar bağlandığımı anlamıştım. Hiçbir zaman sahip olmadığım yuva kokuyordu. Onun göğsü, yıkık evimin sağlam çatısı olmuştu. "Önüme çıkana acımam!" son duyduğum ses bu gür ve kalın ninniydi. Ona kimse karşı koymamıştı.
Hayatımda hiç bu kadar korkusuz, hiç bu kadar rahat uyuduğumu hatırlamıyordum. Ait olduğum yerdeydi bedenim sanki. Gözlerimi yavaşça araladım. Sarı ve loş bir ışığın yandığı evdeydim. Benimkinin aksine yumuşacık ve rahat bir kanepenin üstündeydim. Başucumda yanan şöminenin çıtırtısını duyuyordum.
Odayla bir olan mutfağın tezgâhında et kesen adamı gördüğüm anda beni göndermesin diye geri yatacaktım ki "İyi uyudun mu?" diye sordu. Başını bile kaldırmadan beni görmüştü. Örtüyü açmadan önce üzerimdeki kıyafete baktım "Kusura bakma giydirmem gerekti ama o garip önlük hala içinde rahatsız olursan banyo şu tarafta. Gidip çıkarabilirsin." cevap vermeden ayağa kalkacağım sırada "Birden kalkma, acıdan bayılırsın." diye uyarmıştı. Vücudumda açılan delikler beni acayip sinir ediyordu.
"Ne yapıyorsun?" diye sordum ve koltuktan destek alarak ayağa kalktım. Yavaş adımlarla yanına yürüyordum, yine de bedenim her an düşecek gibiydi "Açlıktan ölmek istemiyorsan bir şey yemen gerekiyor." tezgâhın diğer tarafındaki sandalyeye oturmuştum. Bıçağın, tahtaya vurduğu her an Hektor gözümün önüne geliyordu. Apolline'nin acısını içimde hissetsem bile onlara ne olduğunu bilemiyordum. "Aklına ne geldi Eflin? Gözlerin çok mahzun bakıyor." başımı ellerimin arasına aldım.
"Kaybettiğim şeyleri düşünüyorum Dedektif. Koskoca bir hayat hiç yaşanmamış gibi. Anılarımı kaybediyorum, en önemlisi aklımı ve kim olduğunu bile bilmediğim halde beni seven insanları kaybediyorum. Ben sanki bu dünyaya kaybetmek için gelmişim."
"Bazen kaybetmeyi bilmeli insan, biraz yorulmalı, çokça ağlamalı. Her yolda koşmalı mesela koştukça yol uzamalı. Düşmeli, düştüğü yerden kalkarken tekrar düşmeli ve tekrar ve tekrar... Bazen insan çaba göstermeli. Elde ettiğin doğru sevginin kıymetini bilmek için zora düşmeli. Zira avucunun içine doğan şeyleri ziyan etmeyi sever insanoğlu." konuşmak yerine, laflarıyla başımı okşuyor gibiydi. Hayatım boyunca bu anı bekliyordum sanki. Onunla mutfakta oturmak ve sohbet etmek için birikmiş gibiydi bütün sıkıntılarım. Bana bir portakal uzattı "Sevmem!" dedim ve almadım. Fakat elimi açıp avucuma koyarak "Seversin, hadi ye." demişti.
"Neden ziyan eder ki?" kurduğu son cümle zihnimde tekrar edince birden soruvermiştim. Portakal sertti ve tam soymak için tırnağımı batıracaktım ki "Sen öyle tırnağını kırarsın." demişti. Elindeki bıçakla çizik atıp geri uzatmış ve etleri doğramaya devam etmişti "Soru sordum Dedektif! İnsan neden böylesine güzel bir şeyi ziyan etsin?" yaptığı işe bakarak gözleri dalıp gitmişti.
"Annem küçükken ekmek yapardı. Bizim önümüze koyardı. Ben içini ayırırdım, babam kenarlarını keserdi, abim hiçbir zaman bayat ekmeği yemezdi. Fakat annem geriye kalan parçaları bile toplar, bir sonraki öğünde kendi yerdi. Bir gün annem üçümüzün de önüne birer leğen ve malzeme koydu kendi ekmeğinizi yapın dedi. İtiraz kabul etmedi, abim ve ben babama bakarak işe koyulduk. O gün kollarım o kadar yoruldu ki o hamuru yoğurmak, kıvam vermek, dinlenmesini beklemek, şekil aldırmak, fırına koymak tekrar beklemek neredeyse akşam olmuştu. Sofra kuruldu ekmekler önümüze geldi."
Ailesinden bahsederken gözleri ışıl ışıl bakıyordu. Her kelimesini ayrı bir heyecanla telaffuz ediyordu. "Hepimiz yorgunuz, hamur yoğurmaktan avuç içlerimiz acımıştı. Elimi kaldırıp ekmek kesecek gücü bulamadım ama o kadar da acıkmıştım ki. O gün ilk defa sofrada kimse bir şeyi seçmedi ve biliyor musun sofrada kimsenin geriye bıraktığı, beğenmediği şey olmadığı için annem de taze ekmek yedi. Sevgi tıpkı bin bir emekle yapılan o ekmek gibidir Eflin. Ana malzeme emek, kalbi hamur yapan sevgi, tat veren mutluluk, şekil veren güven, pişiren ise kaybetme korkusu. Kaybetme korkusunu unutursan ise yanan, küle dönen şey kalbin olur."
Son sözleri söylerken gözlerime dalıp gitmişti. Donmuştu sanki hareket etmiyordu, aklına bir şey gelmiş de onu yerle bir etmiş gibiydi "Peki Dedektif senin kalbin kimin tarafında şekil alıyor?" dünyanın en büyük küfrünü etmişim gibi kaşlarını çattı "Ben kimseyi sevmiyorum Eflin." nefret edercesine söylemişti bunu. Ses tonu korkmama sebep olduğu sırada yüzündeki ifade yerini pişmanlığa bırakmıştı "Ama emek verdiğim biri var. Sen sadece benim emeğimsin." emekten kastı bana uzattığı eldi. Bir insan bu kadar kısa bir sürede bir diğer insana bağlanabiliyordu demek ki "İnsan sevdiği kişiye emek verir Dedektif." konunun gideceği yerden rahatsız oluyormuş gibi durması beni tedirgin ediyordu." Bazen işler sevgiden çok daha fazlasını gerektirir Eflin. Çoğu zaman sevgi tek başına yetmez."
Elimi kalbime götürdüm "Sevgiyi bilmiyorum Dedektif ama sana bakmak bile buranın delirmesine yetiyor." koyu renk gözleri şimdi kanlanmıştı, başını yere eğdi "Sen benimle alay mı ediyorsun?" diye fısıldadı "Dedektif, ben galiba sana âşık oldum!" bunu söylemek istemiyordum ama kendimi tutacak gücü kaybetmiştim. Yerdeki başını kaldırmadan derin nefesler alıyordu.
Cevap vermesini istiyordum, çünkü hiçbir şey demezse incinecektim "Dedektif!" diyerek elimi ona doğru uzatmıştım ki "Sen benimle dalga mı geçiyorsun!" diye haykırarak başını kaldırmıştı.
Olacaklar gururumu kırmaktan çok daha fazlasını yapacaktı belli ki.

-----------------------------------------------------------
Bölüm sonu

-----------------------------------------------------------Bölüm sonu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
SESSİZ GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin