18(Eksik Parçalar)

4 0 0
                                    

Aklımda kurduğum sadece bir son vardı. Bedenim dahi yok olsun. Ne gömülmek istiyordum ne de yakılmak. Külüm dahi kalmasın istiyordum bu dünyaya. Tüm kötülükler benimle doğmuş gibi davranan insanlar için istiyordum bunu.

Her şeye rağmen onları çok seviyordum.

Ağaçların ortasında oturup ıslak toprağa bulanırken, var olmanın acı sancılarıyla kavruluyordu yüreğim. Şu an biri beni bulsa da başımı okşasa diye ağlıyordum. Gitmiştim. Nereye, diye sormamıştı. Sanki on yedi yıldır bu anı bekler gibi sadece arkamdan bakmıştı yaşlı gözleriyle. Genç bir kadınken çok güzeldi annem. Geceleri odada gizlice ağlayarak yitirmişti güzelliğini. Gözleri sürekli kan çanağı, derisi kırış kırıştı artık.

Eskiden sıkça gülerdi, gün geçtikçe solmuştu gülüşü. Bazen varlık bile bir cehennemken, ona hak vermiyor değildim. Ben de olsam istemediğim bir insanı kendime düşman seçerdim “Ölemedin.” Demişti bana. Ölememiştim.

Pencere pervazında oturduğum her an bunun için yanıp tutuşmuş yine de ölmeyi becerememiştim.

“Ne yapıyorsun burada bensiz?” kıvırcık, uzun saçlarını tepeden toplamıştı. İnce dudaklarını her zamanki gibi pembeye boyamıştı “Sanırım acı çekiyorum.” Ortaokulda öğretmen bir proje ödevi için eşleştirmişti bizi. O günden beri belki de tek arkadaşımdı “Telefonuna cevap vermiyordun. Burada bulacağımı anladım.” Sessizde kalan telefonu elime almak bile gelmemişti aklıma.

Ekranı açıp baktığımda ondan ne bir bildirim ne de mesaj görmüştüm. Onu beklediğimi söylememe rağmen belki de hiç gitmemişti bile oraya “Sanırım ben yok olmanın değil de var olmanın sancılarını çekiyorum Masal.” Siyah saçlarını yana doğru atmıştı. Kenara iterek yanıma oturmuş, aynı ağaca sırtını yaslamıştı.

“Hm... Sanırım on beş yaş psikolojini atlattık derken on yedi yaş aşkına tutuldun.” Aşk dediği anda elim kalbime gitmişti. Heyecan tüm ruhumu yiyip bitiren bir mikrop gibiydi. Bütün ruhuma yayılma için sadece birkaç saniye yetmişti “Aşk, benim için kayıp bir bulmaca parçasının cevabı üç harfli olan sorusundan başka bir şey değil. Bir de buğday teni çevreleyen uzun, kahverengi saçlar ve sıcak kahve gözler...” buz gibi ayazın ortasında sıcacık yatağı anlatır gibi anlatmıştım.

Sağ kolu, boynuma dolanmıştı “Neler oldu? Kim o?” sesi o kadar yumuşak çıkmıştı ki hayatımdaki bütün sırları dökebilirdim ortaya “Ben evden kaçtım. Sana anlattığım, yazlıktaki kibarcık benim ilk ve son aşkım çıktı. Evden kaçarken de onun evine kaçtığım için bir gece geçirdim fakat bana bir insan gözüyle bile bakmadı. Kendimi köşede duran bir pelüş ayı hissettim. Sonra beni babama geri verdi. Eve geldiğim zaman ev hapsi, on saat ders çalışma cezası aldım ve akşam yemeklerinden men edildim. Bu da yetmezmiş gibi numarasını bulup arayıp buluşmaya sesledim ancak aşağıda annem beni yakaladı. Doğmamam gerektiğini ve neden ölmediğimi sordu. Ben de burada oturmuş neden benimle ilgilenmeyen bir adama aşık olduğumu, ailemin benden nefret ettiğini ve en önemlisi niye ölmediğimi tartışıyordum.” Her cümlede biraz daha açılmıştı iri gözleri.

Etrafına baktı korku içinde “Kiminle?” bu kadar şey içinde buna takıldığı için arkadaşımdı zaten “Kendimle.” Yerden kopardığı çimenleri eliyle parça parça ediyordu “Ne tepki vereyim bilemiyorum. Söz konusu sen olunca bazen olaylar yere su dökmekken bazen de adam öldürmeye kadar gidebilir hani!” haklı olmasa kızabilirdim fakat kızmamıştım.

“Hadi bir yerlere gidelim.” Oturmak, kaybetmiş bir insanın kurtuluşu beklemesi içindi. Benim kaybettiğim hiçbir şey yoktu. Kolumdaki ince kulplu saati kendine doğru çevirdi “Bu saatte gideceğimiz yere bu kıyafet olmaz.” Önce kollarıma sonra bacaklarıma bakmıştım.

“Deri ceket ve siyah pantolon bence her yere uyar. İster cenazeye giyin ister partiye giyin. Siyah uyumu sonuçta.” Tişörtümün göğüs kısmını çekiştirmişti “Bu halinle gidebileceğimiz tek yer bizim evin balkonu.” Yarım yamalak bir şekilde düşünmüş olsam da haklıydı. Çok önemli değildi ama bazen kılık kıyafet kurallarına uymak gerekiyordu.

Üç kez hapşırdıktan sonra sadece ruhumun değil bedenimin de hasta olduğunu anlamıştım. Masal’ın eli alnıma değdiği anda çığlık atmıştı “Eflin ateşin çok yüksek.” Ölmek için daha afili bir şeyler gelebilirdi başıma. Soğuk algınlığından ölürsem utançtan dirilir tekrar ölürdüm.

“Birine haber vermemiz lazım. Böyle olmaz.” Gözlerinin içine bakarak gülümsüyordum. Telefonumu ona doğru uzatmıştım “Şimdi ben diyorum ki sen evine gidip sıcak yatağında yatarken ben bu soğuk yerde ölüp gitmesem. Dedektifi arayıp biraz rol yapsan nasıl olur?” ilk aşkın ziyanı diye bir şey olamazdı. Çocukluktan beri sevmemin karşılığını eninde sonunda alacaktım.

Numaraya tıkladığım anda yüzüme bir gülümseme yayılmıştı. İlk çalışta açmıştı “Neredesin sen Aybike? Baban yine benim yanımda mısın diye aradı sordu. Geleceğim dedin bir hışımla kapattın ortadan kayboldun.” Masal’ın konuşmasına bile izin vermiyordu.

Benim için endişelendiğini görünce duygusal olmanın en zirvesine varmıştım. Anın tadını çıkarmak isterken karşımda gördüğüm şeyle mideme bir kramp girmişti. Kendi yansımamı görmeyi beklemiyordum.

İlk başta ayna var sansam da asla ayna değildi. Benden bağımsız hareket ediyordu. Bana tıpatıp benzeyen o şeyin farklı bir enerji ya da varlık olduğunu düşünmek bütün vücudumu titretmeye yetmişti “Eflin?” rol mü yapıyorum yoksa gerçekten mi bu haldeyim anlamayan zavallı kız bana seslenmişti. Devam edip etmemek için kararsız kaldığını siyah, iri gözlerinden okuyabiliyordum.

Korkudan çenem kilitlenmiş, bütün vücudum titriyordu. O şeyin bana gülümsediğini gördüğümde dizlerim gücünü kaybetmişti “Eflin! Hayır, hayır, hayır...” bilincim açıkken baygınlık geçirmek gibi bir şeydi bu. Önce kendimi karanlığa bırakmıştım. Sadece birkaç saniye sürdüğünü düşünsem de bulunduğum ortam daha da soğuk olmuştu. Sesler yine boğuk geliyordu ama yanımda insanları görebiliyordum.

Işıklar hızla değişiyordu. Karanlık ve aydınlık aynı anda yaşanıyordu. Gözlerimi sırayla açan sarışın doktor “Bilinç yerine geliyor.” Demişti fakat kendime gelmek için gücüm yetmiyordu.

“Ona ne oluyor?” tanıdığım o sesi duyduğum anda bütün vücudum kasılmayı bırakmıştı. Kulaklarımı esir alan çınlama yavaşça dağılıyordu. Gözlerimi açamasam da onları duyabiliyordum “Buraya geldiğinde epilepsi nöbeti geçiriyordu.” Benden bahsediyorlardı.

“Daha önce böyle nöbetleri olmuş muydu?” doktorun sorusuna karşılık Masal’ın sesi duyulmuştu “Neredeyse yıllardır tanıyorum onu ilk defa böyle bir şeye şahit oldum.” Tedirgindi. Kalksam ilk o rahatlayacaktı sanki.

Fakat sesinde ağlamanın bulutları toplanmış bir kişi daha vardı “Çocukken, yazın aynı bu şekilde bir kriz geçirmişti. Ailesi, istediği bir şey olmadığı için şımarıklık yaptığını iddia etmiş hiç müdahale etmemişti.” Benim için gelmiş olması kadar güzel bir şey varken, asla hasta olduğuma üzülemiyordum.

“Bu yaşına kadar kendi kendine atlatmış olabilir krizleri. Fakat çocukluktan beri süregelen epilepsi hastalığı var. Sanırım yaşı büyüdükçe krizleri de sıklaşacak. Epilepsi ölümcül bir hastalık olmasa da krizler sıklaşırsa, nöbetler hayatını tehdit edebilir.” Çok sık değildi bu durum. Bazen sinir krizi geçirdiğimi sanırdım bazen de yorgun düşüp uykuya daldığım zaman unuturdum. Böylesine büyükçe bir durumu üstlenip hiçbir şey olmamış gibi yaşamak ise tamamen bana aitti “Neden şaşırmadım acaba benim başıma gelmesine?” kolumdaki serumun acısıyla yüzümü buruşturmuştum. Doğrulmaya çalışırken, odanın bir köşesinde beni izleyen adamı görmüştüm.

“Dişlerim ağrıyor. Biri bana yumruk atmış olabilir mi?” Masal ve Dedektif vardı sadece odada. Doktor durumu bildirmiş ardından da gitmişti. Her ikisi de yeni bir tür hayvan keşfinde bulunmuş gibi izliyordu beni “Haberin var mıydı bu olanlardan?” Masal yatağın kenarına oturmuştu “Yoktu fakat olsa bile yokmuş gibi devam edecekti.” Ben daha ağzımı açmadan beni anlaması ve benim yerime cümle kurması bir nebze olsun gururumu okşamıştı.

Koyu kirpiklerinin altında, kızarmış bir çift göz beni karşılamıştı “Çocukken de böyleydin. Mutsuz olunca hemen hasta olurdun. Kimse ilgilenmediği zaman ayağa kalkardın.” Masal’ın telefonu çaldığı zaman gitmek için ayaklanmıştı. Yatağa oturma sırası ondaydı “Ben, eskiye dair pek bir şey hatırlamıyorum. Sadece elinde bir kitapla hep herkesten beş metre öteye otururdun. Yemeği çatal bıçakla yerdin.” Geçmişimde ona yer vermek beni çok şanslı hissettiriyordu “Bunun için mi bana kibarcık diyordun?” gülümsemesi nadir de olsa bulaşıcıydı.

O etrafımda olduğu zaman asla somurtamıyordum “Hayır. On beş yaşında bir çocuğun, denizden çıkınca kelebekli çantamdan el kremi araklaması üzerine varmıştım bu kanıya. Yaşıtların sahil kenarında birbirini suya devirmeye çalışırken sen ellerin çatladı diye krem çalıyordun.” Birkaç saniye düşünmüş sonra kısık bir kahkaha atmıştı “O çanta senin miydi? Ben de ne zaman Efsun teyze kız gruplarına merak saldı diyordum.” Akrep on ikinin üzerinde durmuştu. Saat tam gece yarısıydı “An itibariyle on yedi oldum.” Beklemediğim bir şey yaparak elimi tutmuştu. Kalbim kulaklarımda atıyordu “Ama bu şu anda çocuk bölümünde yattığın gerçeğini değiştirmez.”

Gülümsemesi hiç solmamıştı. Normalde morali bozulur, susar diye beklerken benimle birlikte gülüyordu “Biliyor musun Dedektif?.. İnsanın bazen aydınlanma noktası oluyor. Sen de soruyorsundur kendine bu kız nasıl birden bire peşimde koşmaya başladı, diye.” Başını iki yana sallamıştı. Dudaklarını birbirine bastırdı “Sormuyorum çünkü çocukken de böyleydin. Bazen çok soğuk, donuk ve bir yabancıdan farksızdın. O zamanlar değil de geriye kalan zamanda benim Eflinim oluyordun. Sen gıcık olmak sansan da herkesten çok kıskanırdın beni. Herkesten çok düşünürdün. Sana taraf oturmadığım zamanlarda zorla yerini değişirdin. Fark etmediğimi sanırdın ama dolaptan hep iki tane elma alıp birini masanın üzerine koyup beni beklemeni bile fark ederdim.”

“Ben seni, senin için unutmuşum da haberim yokmuş. Yazlıktayken deli olurdum senin için. Birkaç yıl sonra babama resim gönderen ve telefonlarda sesini duyduğum adama aşık olunca çıkmıştın aklımdan. Belki sen beni sadece bir yaz ve son bir haftadır tanıyorsun ama ben bir ömrümü senin hayalinle yaşadım.” Gözleri dolmuştu. Gerçek olamayacak kadar güzel olan bir şeyi izler gibiydi “Bir ömürse sorun değil ya fazla uzun olmamış.” Duygusal kalmak istemiyordu. En azından bunu anlamıştım.

“Duygulanırsam yıpranırım sanıyorsun fakat fark ettim ki Dedektif, başkalarıyla gülmeyi bile senin için ağlamaya değişemiyorum. Eğer izin verirsen seninle mutsuz olmak istiyorum. Çünkü en büyük mutluluk bile seninle ağlamama denk olmuyor.” Yüzümü avcunun içine almıştı. Gözlerime daha yakındı gözleri “Her şeyi duydum Eflin. Ailenin senin hakkında düşündüğü şeyleri çok önceden biliyordum zaten. Sen doğduğunda sekiz yaşındaydım. Sanki evinizden cenaze çıkmıştı.” Bunu ağzından kaçırmış olacak ki pişman olmuştu.

“Gitmek istemiyorsan o evde kalmak zorunda değilsin. Fakat tekrar diyorum seni yanıma alamam. Kendi kararını vereceğin yaşa geldiğin anda kapım ardına kadar açık.” Kendi kararımı zaten ben vermiştim. İçimden bunu geçirdiğimi anlamış gibi başını yana eğdi “Şu an sana git, diyenler yarın bir hırs uğruna kızımı alıkoydu derse o zaman ne yapacaksın? Madem ailen bu kadar nefret ediyor senden. Sence mutsuz olman için bunu yapmazlar mı? Yaparken tek merhamet kırıntısı bile hissetmezler.” Her ne kadar bu durumdan memnun olmasam da haklıydı.

“Sana bir psikolog ayarlayacağım. Ona sadece ezberlediğin birkaç tane cümleyi söyleyip sisteme geçmesini sağlayacaksın. Aksi halde sorduğu hiçbir şeye cevap vermeyecek ya da konuşmak için kendini zorlamayacaksın.” Oldukça kararlı ve korkunç bir hal almıştı konuşması.

Yataktan kalktığı anda titreyen telefonunu cebinden çıkarıp gelen bildirime göz atmıştı “Merkeze gitmem gerekiyor. Sabah burada olurum. Gerekirse çocuk şubeyle irtibata geçerim benim gözetimim altında görüşürsün.” Şaka yapmamıştı bu sefer. Ciddiydi.

Başımı aşağı doğru eğip onu onaylamıştım. Her ne kadar zaman geçmek bilmese de birkaç saatin üstesinden gelebilirdim.

Gitmişti. O da herkes de... Uyumak için zorlanıyordum. Bugün benim doğum günümdü ve geriye sadece on iki ay kalmıştı. Sonra iyi bir üniversiteyi gitmek için göstereceğim gayretin sonuçlarını alıp belki hayalini kurduğum şeyleri yaşayacaktım.

Uyku ve uyanıklık arasında geçirdiğim bir geceydi. Bilincim yerinde olsa da gözlerim arada sırada kapanıyor, yarım saat arayla uyuyordum. Sabah ışıkları, kalın perdenin arasından sızıyordu. Odanın sadece bir köşesine vuruyordu. Arkamdan gelen kapı sesi, içime mutluluk vermesi gerekirken hiçbir şey hissetmemem ve adım seslerinden gelenin o olmadığını anlamam ürkmeme sebep olmuştu.

Doktor olabilirdi, yine de o gelmeden asla doktoru göndermezdi. Arkamı yavaşça döndüğüm sırada kendi yansımamla karşılaşmayı beklemiyordum. Yine aynı şey olmuştu. Aynı yüz ve aynı korku. Bana bu kadar benzerken aslında hiç de benzemiyordu.

Onun adımlarını koridorda duyduğum anda kendimi yataktan atmıştım. Koşuyordu. Beyaz ışıkla aydınlanan sessiz koridorun hemen karşısındaydı. Yere düşüp ağladığımı gördüğü anda beni kollarının arasına alması sadece iki saniye sürmüştü. Sıcak teni, yüzüme değerken zor bela nefes almıştım “Hemşireye o kadar dedim ki perdeleri açsınlar. Niye inatla kapatıp yatıyorsun?” o giderken perdeler açıktı. Çünkü bir ara karşı tarafta ışıkları izlediğimi hatırlamıştım.

“Ben yataktan bile kalkmadım ki.” Korkumu hissettiği anda başımı, göğsüne daha çok bastırmıştı “Sorun değil. Üzerini değiş hadi. Doktor bekliyor.” Beni yatağa oturtup perdeleri ardına kadar açmıştı. Gözleri odanın içerisinde dolaşıyordu. Arkasını dönmüş giyinmemi beklerken üzerimdeki hasta önlüğünü çıkarmadan önce pantolonumu giyinmiştim.

“Kolyen yere düşmüş.” Yere eğilip ince bir zinciri parmaklarına dolamıştı “Benim kolyem yok ki.” Tişörtümü de giyindiğim zaman bana doğru dönmüştü “Hayır var. Çocukken boynunda görmüştüm bunu.” Elim boynuma gitmişti “Gerçekten mi? Uzun süredir taktığım için hatırlamıyor muyum acaba?” avucumun içerisine bırakmıştı. Yarım bir melek kanadıydı. Anımsar gibi olmuştum. Boynumda hatırlıyordum bu kolyeyi “Çok tuhaf!” diye fısıldadım.

Bir avucuma bir bana bakıyordu “Ne o garip olan?” elim boynumda dolanmıştı “Benim kolyemin taşları beyazdı. Bu taşlar siyah.” Tekrar alıp baktığında dudaklarını büzmüştü “Bilemiyorum. Bayağı bir zaman geçti. Belki hemşire falan düşürmüştür. Senin değilse atalım gitsin.” Çöp kutusunun içini boylayan zincirle bir süre daha bakıştım.

Asansörle ikinci kata çıkmıştık. Karşımızda iki kapı vardı. Bir tarafta arı ve çiçek süsleri doluyken diğer taraf sadece düz beyaz boyadan ibaretti “Tahmin edelim ne tarafa gidiyorum.” Diye espri yapmam onu rahatlatmış ve mutlu etmişti.

Elindeki dosyayı havaya kaldırdı “Tahmin edelim kimin ilk aşkı hem polis hem de tanık olarak görüşmeye girecek.” İlk aşkı o kadar güzel söylemişti ki bundan gurur duyduğunu anlayabiliyordum.

Sağdaki kapıdan girip yan yana birer metre mesafeyle duran sandalyelerden birine oturmuştum. Hemen karşımda ise o vardı. Kalemi kağıdı hazır bir şekilde bekliyordu. Yazı yazmak için, doktora ait olan masanın küçük bir kısmını kullanıyordu.

Çok geçmeden güçlü topuklarını yere vurarak odadan içeri giren kadına çevirdim bakışlarımı. Kırmızı bir bluz giyinip aynı renk gözlük tercih etmişti. Mavi gözleri çok iri duruyordu. Bana küçük bir merhaba faslından sonra ona dönmüştü. Gözleri büyük bir ilgiyle onu incelemişti.

“Evet! Eflin Aybike Azrak. Memnum oldum. Ben Uzman Psikolog Sevilay Demir. Öncelikle bana güvendiğin ve bu görüşmeyi benimle yaptığın için teşekkür ederim. Burada olma sebebini sorabilir miyim?”

Geriye doğru yaslanıp rahatlamaya çalışmıştım. O, akşam gitmeden önce bana ne demem gerektiğini iyice öğretmişti. Sadece o evde olanları anlatacak, asla daha fazlası için kendimi zorlamayacaktım.

“Ben ailem tarafından sözlü ve fiziksel şiddete uğradım. Dün sabah annem tarafından istenmeyen bir bebek olduğumu ve bugün bile aynı düşüncesine devam ettiğini öğrendim. Bana ölmem gerektiği söylendiği için intihar düşüncesine meylim oluştu. Bundan dolayı buraya geldim.” Söyleyeceklerim sadece bu kadardı.

Her şeyin yolunda olduğunu, bana olan güzel bakışlarından anlıyordum. Fakat psikolog not aldıktan sonra devam etti “Onlarla en son ne zaman görüştün?” Sanırım buna cevap vermemde bir sakınca yoktu “Annemle konuştuktan sonra evden ayrıldım. Bu ana kadar da hiç görmedim.” Ben konuştuğum anda gözlerimin içine bakıyor, sustuğum an yazmaya başlıyordu. Doktordan daha meraklı görünüyordu.

“Peki Eflin, bu durum sana nasıl hissettiriyor? Yalnız kaldığın için üzülüyor musun?”

“Çok üzgünüm. Fakat mesele yalnızlık değil. Beni üzen şey bu kadar değer verdiğim insanların yokluğunun huzurlu hissettirmesi. Hastanede buz gibi bir çorba bile, annemin yaptığı sıcak yemeklerden daha lezzetli, daha doyurucu hissettirdi. Çünkü onu pişirdiği için akşama kadar ağlayan söylenen biri yok ya da alışveriş yaptığı için çatalı her uzattığımda suçlar gibi bakmıyor kimse.” Bu sefer o not almamıştı.

Sadece donup kalmıştı. Bir diğer soru yöneldi “Sence ailen sana neden böyle davranıyor? Bir düşüncen var mı?” bunu kendim bile bilmiyordum ki? “Çocukken, babam anneme vurmayı çok severdi. Bunun için büyüyene kadar sevginin böyle bir şey olduğunu sandım. Sadece kendine ayırmak, kıskandığın için can yakmak. Sonra öğrendim ki eğer seviyorsan onun karşısında değil, ona karşı olanların karşısında durursun. Temelinde sevgi olmayan bir ailede, bana neden böyle davranıyorlar diye sormaya gerek duymadım.”

Güçlüydüm, fazla da umursamaz... Böyle olmayı seviyordum. Her daim kendim gibiydim umursamaz olunca. Acılardan yola çıkarak en büyük şakaları yapsam da hayat bana en güzel şakasını yapmıştı “Peki sözlü şiddetin yanında somut bir fiziksel şiddet var mı? Dosyana koyabiliriz.” Birkaç saniye sessizlik çökmüştü odaya.

Attila’nın yüzüne baktığım anda pür dikkat beni izlediğini görmüştüm. Vereceğim cevaptan korkuyordu. Yavaşça ayağa kalktım. Tişörtümün ucundan tutup boynumdan geçirmiştim. Beni öylece gördüğü anda hızla başını yere eğmişti.

“Bunlar ne?” dehşet içindeki kadının sesine karşılık önce gözlerime bakmış benden onay aldığı zaman bakışlarını yavaşça aşağı indirmişti. Kollarımda kesik izleri vardı, karnımda birkaç izmarit yanığı. Büyük hataların sonucunda başıma ne geleceğini unutmamam için yapılmıştı.

Kadın, hiç durmadan bir şeyler yazıyordu. Sorularına devam edeceği sırada kalemi masaya vurarak ayağa kalkan adama bakmıştım “İşlem başlatacak kadar fazla bilgi aldınız Sevilay Hanım. Terapi için gelmedi sonuçta.” Polis olarak burada bulunsa bile ağzımdan bir şey kaçırmamdan korkuyordu. Yine de ben ne söyleyebilirim bilmiyordum. Elimdeki tişörtümü başımdan geçirip bana giydirmişti.

Dosyasını da alarak dışarı çıktığımız zaman kapıda bekleyen bir kadın bir erkek görevliyle konuşmaya koyuldu. Elindekileri onlara teslim etmişti. Hararetli konuşmayı kısa keserek yanıma gelmiş kolumdan tutup beni çıkışa doğru götürmüştü.

Kimsenin olmadığından emin olunca hızlı bir şekilde yangın merdivenine girmiştik. Daha ağzımı bile açmaya fırsat vermeden kolları belime dolanmıştı. Beni kendine doğru çekiyordu. Kısa boyum, ona yetişmek için parmak ucuna kalksa da belimden tutup sıkıca sarıldığı için havada durmamı sağlıyordu.



SESSİZ GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin