3. Bölüm

2.4K 293 95
                                    

Hava sıradan bir şekilde kararıyordu. Saatlerdir beni getirdiği odadan dışarıya adım atmamıştım. Üzeri muntazam şekilde kapatılmış yatağın üzerinde oturuyordum, ahşap duvarları izliyordum. Aklımdan binlerce şey geçiyordu, kendi sonumu yazıp oynatıyordum. Beni kurtar demiştim, istediğimi yapmıştı ama kurtarılışı aynı değerlendiriyor muyduk emin değildim. Burada kalmamı söylemişti, belki de sonsuza kadar bu odaya mahkum olmamdan bahsediyordu. Ölüm'ün kurtarması kelleleri alması demekti. Hala yaşıyordum, demek ki beni kılıçtan geçirmeyecekti. İşkence çektireceğini de sanmıyordum ama aklının nasıl çalıştığını bilmediğim için de tırsıyordum.

Belki de karakteri düşündüğüm gibi değildi, yanmaktan ve canlı canlı yenmekten korkuyorum dedim diye beni pişirip hayvanlara yedirirdi? Deli olabilirdi, deli olduğunun farkında olmaması daha kötü olurdu. O insan değildi ki.

Burada çürümeyi beklemek veya tanımadığım bir adamın evinde çürümeyi kabul etmek... Hangisi daha kötüydü?

Karnım guruldayınca dalgınlıktan çıktım ve ellerimi midemin üzerinde birleştirdim. Sabah bir şeyler yemiştim, amcama yemeğini götürdükten sonra genellikle atıştırır ve ayakaltından çekilirdim ama bugün fırsatım olmamıştı.

Amcam...

Duymuş olabilir miydi? Kesin haberi vardı.

Ölüm, beni herkesin önünde sırtına atmış ve götürmüştü. Sözlerimi işitmemişlerdi, konuştuğumuzdan da haberleri yoktu. Onun yeni kurbanı olarak beni görüyor olmalılardı ama Ölüm'ün daha önce birisini kaçırdığı da görülmemişti.

Amcam arkamdan ağlayacaktı. Herkes timsah gözyaşları olduğunu sanacaktı ama o benim için değil, alamadığı başlık parası yüzünden perişan olacaktı.

Evini bana açtığı için ona teşekkür borçluydum ama hayatımı kendi yaşantısına göre şekillendirmeye ve beni kullanmaya çalıştığı için ondan nefret de ediyordum. Ama beni koruduğunu unutmayacaktım.

Karnım bir kere daha guruldayınca iki büklüm oldum. Burada çürümekten değil, açlıktan ölecektim.

Bağdaş kurmuştum, esnek bir şekilde alnımı dizlerimin önünden yatağa dayamıştım. İkiye kırılmış gibi görünüyordum.

Sürgülü kapının yavaşça açıldığını duyunca gözlerimi kocaman açtım ama duruşumu hemen bozamadım. Onun geldiğini fark edince yıldırım yemiş gibi doğruldum.

İçeri çoktan girmişti, beni izliyordu. Onunla göz göze kaldım. Üzerindeki kıyafetler aynıydı, suratını göremiyordum. Ama kılıcı belinde değildi.

Elini havaya kaldırdı, ağzını bağladığı kumaş parçası parmaklarını açınca yere düştü. İçi de kumaş doluydu. Kıyafet miydi?

Hiçbir şey demedim. Dizlerime sarıldım, nasıl göründüğüm veya ne kadar saygısızca oturduğumu fark edeceğini sanmıyordum.

Bacaklarımdan başlayıp suratıma kadar gözlerini gezdirdi. "Sesin kısılmış." İki kelime edince çok şaşırdım, gizleyemedim. Yine sesimle ilgili konuşmuştu.

"Sesim mi kısılmış?" diye sordum. Sesim gayet normaldi ama onun demek istediği bu değildi. Anlayınca kaşlarım kalktı. "Suskunluğumdan mı bahsediyorsun?"

"Neden?" Keşke dudaklarının konuşurken kıpırdadığını görebilseydim.

Önceki karşılaşmamızı kastediyordu. "Büyüdüm." dedim. "On altı yaşındaki bir aptal ancak Ölüm'le konuşurdu ve ona yalvarırdı." Ağzımdan çıkana kendim inanamadım. On yıl geçmiş olsaydı bile on altı yaşımdaki gibi davranacaktım. "Hayır, öyle demek istemedim. Kötü bir günümdeyim."

ÖLÜM'SÜZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin