Gökyüzünü pembe ve turuncu renklerine boyayan şafağın odayı aydınlatmaya yetmeyen ışıklarına uyanmış, Aksel'i yatakta bırakarak odamın balkon penceresinden göğü izliyordum. İçerisi karanlıktı ama etrafı görmek için ışıkları yakmaya gerek yoktu, muhtemelen saat altı bile değildi.
Haziran ayının ilk haftasına bugün itibarıyla girmiştik ama yaz mevsimini pek de sevdiğim söylenemezdi. Kasım ayında doğmuş biri olarak kışı daha çok seviyordum ve bu yılki kışı da görmek istiyordum.
Evin etrafında elliden fazla takım elbiseli adam ve kadın vardı. Bahçedeki korumaların yerlerini yeni gelenlere devrettiklerini gördüm, nöbet sırası diğerlerine geçmişti.
Duvara tutunarak ayağa kalktığımda, direkt olarak dolabıma ilerleyerek giyecek bir şeyler bakmaya başladım. Dün gece Aksel'le salondan çıkıp uyuduğumuzda, geride bıraktıklarımızın ne konuştuklarını ya da ne yaptıklarını merak etmemiştim fakat şuan, birkaç saat içinde aynı masada toplanacağımız kişilerin birbirlerine nasıl davranacakları hakkında merak içerisindeydim. Tabii ki hiçbir şeyin ben doğmadan önceki yıllarda olduğu gibi olmayacağını biliyordum, hatta belki de babamın hayatında bir kadın vardı.
Dolabımdan çıkardığım sarı çiçekli elbiseyi banyoya girip giyinmeden önce elimi yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım. Eşofmanlarımı çıkarıp elbiseyi giydikten sonra güneş kremimi sürüp elimdeki eşofmanlarla odama geri döndüm.
Eşofmanları katlar gibi yapıp rastgele yatağıma bıraktıktan sonra, komodinime koyduğum tarakla saçlarımı taradım. Birkaç gün önce bacaklarıma bıraktığım izler neredeyse kapanmıştı ve çok yaklaşmadıkça görünmüyorlardı bile, bu yüzden elbise giymekte bir sakınca görmemiştim.
Aksel'i odada bırakarak önce aşağı indim, tahmin ettiğim gibi kimse uyanmamıştı. Salondan bahçeye açılan kapıdan dışarı çıkmak üzereydim ki, duyduğum ses durmamı sağladı. ''Günaydın küçük hanımefendi. Bahçeye mi çıkıyordunuz?'' Adnan bey, elindeki hasır sepetle gülümseyerek bana bakıyordu.
''Evet, herkes uyuyor mu?''
''Vasil bey gün aydınlanmadan koşuya çıkar, onun dışında herkes uyuyor hâlâ. Saat çok erken zaten, siz neden ayaktasınız?''
''Uyku tutmadı, bahçeye çıkmamda bir sakınca var mı?''
Gülerek başını olumsuz anlamda salladı. ''Ev sizin. Ne sakınca olabilir ki? Size eşlik etmemi ister misiniz? Bahçeden sebze toplayacaktım ben de.''
''Neden olmasın?''
Beraber cam kapıdan bahçeye adım attığımızda, etraftaki korumaların bir kısmı önce bize dönmüş, ardından işlerine devam etmişlerdi ama bir seksenin üzerinde olduğunu düşündüğüm kadın bize doğru yaklaşmıştı. ''Günaydın. Bir sorun var mı?''
''Günaydın Sare. Bir sorun yok, küçük hanımefendi ile tanış, Renas hanım.''
Konuşurken bile en ufak mimiği yokmuş gibiydi, yüzü dümdüzdü ama Adnan beyin ismimi söylemesiyle birkaç saniye bana bakmış, ardından çok ufak bir gülümsemeyle baş selamı vermişti. ''Merhaba Renas hanım, Sare ben. İstediğiniz bir şey olduğunda benimle iletişime geçin lütfen.''
Geriye yatırdığım başımı hipnoz olmuş gibi salladığımda, tekrar selam vererek uzaklaşmıştı.
''Ben yan tarafa geçeceğim, siz isterseniz bahçeyi gezebilirsiniz.''
Yan tarafa doğru ilerledikten kısa bir süre sonra gözden kaybolmuştu, ayaklarım arka bahçeye doğru ilerlerken, gizli bahçeye giden yeşil kapının ardına kadar açık olduğunu gördüm, oraya doğru ilerlemeye başladığımda, sol tarafımdan gelen kısık ıslık sesi durmamı sağladı; Vasil, üzerine yapışmış ve boyun kısmı ter içinde kalmış beyaz tişörtü ve dizlerinin biraz üzerindeki gri şortuyla bana doğru geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇ KALMIŞ DOĞRULAR
Teen FictionRenas, beyincik dejenerasyonu teşhisi konulmuş on yedi yaşında genç bir kızdır. Kalan ömrünü annesiyle geçireceğini düşünürken, hayatına bir anda yıldırım gibi düşen baba ve ağabey faktörü dengesinin şaşmasına neden olur. Zorlu mücadelelerle hayata...