nineteen: how can you save the world from itself?

572 84 39
                                    

Bir yürek ne kadar acı taşıyabilirdi?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Bir yürek ne kadar acı taşıyabilirdi?

Bunu deneyimlemiş olmaktan nefret ettim. Bir kere de değil. Defalarca kez kalbimin parçalanışına şahit oldum, en önden kendi ölümümü izledim. Yılmadım. Yine ayaklandım.

Yine ayaklanırım çünkü vazgeçmek benim lügatimde yok. Ben kendi topraklarımdan sürgün edildiğimde savaşmaya başlamadım. Benim savaşım daha anne karnında başladı ve muhtemelen son nefesim dudaklarımın arasından çıkıp gidene dek de bitmeyecek.

Jungkook'un koyu gözlerine ve ay ışığında gölgelenen suratına bakıyor ve içimden bunları geçiriyorum. Onu kendi mahkememde haklı çıkarmaya çalışıyorum çünkü idam hükmü verirsem ben de öleceğim. Ölmek istiyor muyum? Bunca olandan sonra mı? Hiç sanmıyorum. Zincirlerimin bileklerimi terk etmesinin üzerinden şunun şurtasında birkaç hafta geçti ve daha özgürlüğün tam olarak ne olduğunu tatmış sayılmam. Baharda açan ilk çan çiçeğini koklamadan, gün doğumunu en yüksek tepelerin birinden izlemeden ölmek yok bana.

Fakat onun gibi sadakatsizin biriyle işimin bittiği kesin. Hangi savunması onu haklı çıkarabilir ki? Beni daha ne kadar kandıracaksın Jungkook?

Çenemi kaldırıp duruşumu dikleştirdiğimde Jungkook gözlerini kırpıştırarak bana bir adım attı. Elimi hızla kaldırdım. "Kal orada."

"Taehyung,"dedi yalvarırcasına, onu hiç tanımasam gerçekten acı çektiğini düşünürdüm. Ruhum tanıyordu onu ve o da iyi bir yalancı olmalıydı ki acısını içimde hissediyordum. Belki de evlenirken yakalnmış olmanın acısıydı bu.

İsmimi seslendi tekrardan. Sesi geceye karıştı.

Kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Bütün gece seni bekleyemem. Eminim gelinin de seni beklemekten hiç hoşnut değildir-"

"O benim gelinim falan değil!"diye gürlediğinde irkildim. Sanki uzun bir uykudan uyanmışım gibi hissettim, sert bir rüzgar saçlarım arasında girerek onları savurdu. Atlar hemen ötede sanki bir şey hissetmişler gibi kişniyordu.

Ona döndüm ve güldüm. "Peki. Açıklaman bittiyse ben gidiyorum." Tam yanından geçmek üzereyken üst kolumu sıkıca kavrayarak gitmemi engellediğinde öyle öfkeye kapıldım ki kendimi aniden belimdeki bıçağı boynuna bastırırken buldum. Artık ok yaydan çıkmıştı. Soğuk metalin boynuna yaptığı baskıyı sanki bekliyormuş gibi sakince bana bakan Jungkook, "yap,"dedi. "Beni dinlemezsen yaşamamın bir önemi kalmayacak zaten."

"Seni yeterince dinledim." Yüzüne yaklaştım, kokusunu alabiliyordum. Acıyla dolu kokusunu. Neden böyle kokuyordu? "Sense hiçbir şey anlatmadım Jeon. Sana verebileceğim tüm şansları verdim ben." Hıhladım. "vermediğimi söylemeyezsin."

"Benim için her zaman çok iyiydin,"derken kendisini bana biraz daha yaklaştırarak bıçakla arasındaki o ince mesafeyi de kapaymış oldu. Şimdi beyaz teninden sırım gibi kan göğsüne doğru süzülüyordu. Bir anlık korkuya kapılarak bıçağı çekmeyi düşünsem de Jungkook buna engel oldu ve bileğimi sımsıkı tuttu. "Her günümü, her gecemi bunu düşünerek geçirdim. Böyle bir dünyada yaşıyor olmaktan nefret ettim. Bir çıkış yolu aradım. Seni mutlu etmek istedim." Dişlerini sıktı. "Beni bağışlamanıysa beklemiyorum. Asla bağışlanmayacak şeyler yaptım ben." Yutkundu, sesi kısılmıştı. Kansa boynundan süzülüp beyaz gömleğini kırmızıya boyadı. Gözlerinin yaşlarla dolduğunu fark edince dişlerimi sıktım.

Outlaws of the Wild West | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin