-Merhaba!
Yine, yine ve yine çok uzadı... Bu sefer gerçekten elimde olmayan sebepler yüzündendi ve aslında bir noktadan sonra hiç yazmamaya karar vermiştim ama yine buradayım o yüzden kendime en azından yazdın deyip çekileceğim.
Bölüm beni çok (hiç) tatmin etmedi ve çirkin mi çirkin oldu. Yine de umarım seversiniz.
İyi okumalar! <3-
7. Bölüm - Kaybolmayan Günler
"Boşanıyoruz."
Annem karşımdaki koltuğa oturmuş, gözlerini üzerime dikmişti. Sesindeki baskın ton her zamanki gibi yerindeydi. Babam konunun kendisiyle hiçbir ilgisi yokmuş gibi yere bakıyordu. Zaten gözlerimiz, geldiğimden beri birbirine değmemişti. Hatta değmek bir yana teğet bile geçememişlerdi çünkü babam nereye baksam kafasını tam tersi bir yöne çeviriyordu, bana da gözleriyle saklambaç oynamak kalıyordu. Çocukluğumdaki gibi.
Annem bana bakarak konuşuyor olmasaydı kimseyi tanımadığım bir şehirde hiç bilmediğim bir otele geldiğimi bile düşünebilirdiö. Her şey tam da eskisi gibiydi, bir o kadar da yabancıydı. Buradan neden kaçtığımı hatırlatacak kadar da canlı.
Mutlu bir aileye doğmamıştım, mutlu bir çocukluk, ergenlik geçirmemiştim. Çoğu insan gibi, toplum tarafından zorunluluk olarak gösterildiği için evlenen iki insanın yine toplum tarafından şart koşulduğu için dünyaya getirdikleri çocuklardan biriydim. Şu anda da o şartlı doğum çocuklarının birçoğuyla aynı kaderi paylaşıyordum.
Gözlerim ikisi arasında gidip gelirken babamın bana değmeyen gözlerinin aksine annemin bir şey söylemem için üzerime diktiği gözlerinden kaçmak istedim. Ben bu konuda babam kadar başarılı değildim. Elimi üstünden çekmek istemediğim yeni ama eski hediyemle odama geçmek ve kaybolmak istiyordum; hem kitabımın hem de kendi evimin içinde. Yine sadece istemekle kalacaktım.
Annem, cevap vermediğimi duyunca sesine daha da baskıcı olabilirim tonunu ekleyerek, ''Bir şey demeyecek misin?'' diye sordu.
Kararlarına yorum yapayım diye mi çağırmışlardı beni, bir şey demeyecek misin de ne demekti? Aldığım derin, derin ve daha derin nefesle gözümü anneme çevirdim. İçimde çok daha fazlası olsa da dudaklarımdan sadece, ''Neden?'' sorusu döküldü.
Neden şimdi? Neden beni çağırdınız? Neden suçlusu benmişim gibi söylüyorsun? Neden aylardır görüşmediğimiz hâlde karşılaştığımız ilk anda bunu söylüyorsun? Neden nasıl olduğumu bile sormadınız? Neden bunu yapıyorsunuz?
''Anlaşamıyorduk,'' dedi annem. İçimden geçenleri okuyamamıştı. Bu da diğer her şey gibi alıştığım bir şeydi. Yavaşça kafamı salladım. Annem için bu yeterli değildi.
''Sen vardın. Sınav senendi, kafanı dağıtmak istemedik.''
Çok ilgileniyorlarmış gibi. Benim yüzümden miydi? Ben mi ertelemiştim ayrılıklarını? Ben mi onları bu aile demeye bin şahit ortaklığa hapsetmiştim? Sen vardın ne demekti? Ben onlar için bugüne kadar hiç yoktum ki, hiç var olmamıştım. Ayda yılda bir bile hatırlamadıkları çocuklarını, konu vicdan rahatlamasına gelince birden hatırlamak istemişlerdi.
Elimi nereye koyacağımı şaşırmıştım. Telefon kabıma, yanımda duran kitabıma, cebimde varlığı bile hissedilmeyen minik yüzüğe; tek tek hepsine dokunmuştum. İşe yaramıyordu. Bu, küçük gerginliklerimden bir değildi.
Yine kafamı salladım. Anlıyorum, der gibi. Anlamıyordum.
''Beni neden çağırdınız peki?''
''Eşyalarını toplaman için. Sınav takvimini okulun sitesinden kontrol ettim, bitmiş hepsi.''
Ne kadar da düşüncelilerdi. Bunun için bile beni aramayı, bana sormayı düşünmemişlerdi. O mesajı atarken panik olacağımı bile düşünmemişti. Düşünememiştim ama o mesajı bana atabileceği binlerce yol varken bunu seçmişti. Odaklandığı tek şey sınavlarımdı. Sınavım olmasa bile başka şeylerle ilgilenebiliyor olacağım ya da gelmek istemeyeceğimi düşünmemişti. Üniversitemin, bambaşka bir şehirde kurduğum hayatımın sınavlardan ibaret olduğunu düşünüyordu. Benim sınavlardan ibaret olduğumu düşünüyordu. Bu konuda çok haksız sayılmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düş Kuşu
RomantizmBir umut, bir sezgi; bir his, bir hayal, bir adım... Bunlara yol açan bir düş, bir de Düş Kuşu.