"abicim, hadi çabuk yiyin biraz, sırada daha tatlı var!" kaan, masanın etrafını dolanırken işaret parmağının ucunu da masanın zemininde gezdiriyordu. herkesin üstü kan içindeydi ama yine de zorla mendil taktırmıştı, ellerini de iki yanlarına koydurmuştu; kaşıkla yemeleri ayrıca yasaktı çünkü çatal, şeytanın boynuzlarına benziyordu. yemeğin baş davetlisi arman'dı, ötekiler de onu kurtarmak için peşinden gelenlerdi. ana yemek ise, malum kavgada ölen kurt arkadaşlarıydı, kimse tatlının ne olduğunu hayal etmek bile istemiyordu. arman prangaya vurulmuş ellerini her kaldırıp indirdiğinde gök inliyormuş gibi sesler çıkıyordu, her biri önündekileri yememek için isyan ettiğinde ise yiyecekleri yemek çoğalıyordu.
arman'ın kirli sakallarına karışan kan sevgilisinindi, çenesinden omuzlarına doğru akarken başı önüne eğildi; yaşlarla dolu gözleri, kızın tabakta kalan parçalarıyla buluştu. "biraz daha ağlarsan yatalak dedeni de yediririm sana, güzelim benim." kaan, masanın tam karşı tarafında durmuştu ve gözlerini direkt arman'a dikmişti. sarı gözlerinin rengi öylesine açılmıştı ki, ilk bakışta sadece bir parıltıdan ibaretti. arman, bir anlığına bile gözlerini kaçırırsa olacakları bildiği için göz kapakları titreye titreye bakmaya devam ederken kaan'ın gözlerindeki her tonu çoktan ezberlemişti. bu zamana kadarki hayatında gençti, çıtırdı ve kaygısızdı. kime nasıl zarar verdiğinin, nasıl bir güç zehirlenmesi yaşadığının ya da arkasında bıraktıklarına ne olduğunun asla farkında değildi. hiçbir yaptığı için bedel ödememişti, kimseden korkmamıştı. günün birinde herkese olacağı gibi, karma hiç beklemediği bir anda onu götünden vurmuştu; görünürde geçerli bir sebebi bile yoktu belki ama, o geçmişte yaptığı bütün kötülüklerin nihai sonucunun bu olduğuna emindi artık. pişmandı ancak pişmanlığı gerçek değildi, bir mahkumun infaz edileceği anda yaşadığı korkuyla gelen pişmanlığı gerçek olamayacağı gibi elbet onunki de değildi.
davetlilerden biri henüz on beşindeydi. yanakları çillerle kaplıydı ve ufak burnu kıpkırmızıydı. ağlamıyordu, yine de dudakları sürekli titriyordu. bir an önce içinde oldukları durumdan kurtulabilmek için kendi payına düşeni çabucak yemişti, sonuç olarak diğerleri sürekli sorun çıkardığı veya yavaş oldukları için kurtulamamışlardı. aslında ne yediği etin sahibi, ne de diğerleri arkadaşıydı. kurt olmayı bile hiçbir zaman istememişti, her zaman vampirlere özenirdi ve şimdi karşısında duran bu acımasız kan içiciye içten içe bir çekim duyuyordu. arman gerizekalısı bu halde olmalarının başlıca sebebiydi; zaten eğer olaylar bu noktaya gelmeseydi bile, eski hayatlarında onlara zulmetmekten ve bilmişlik taslamaktan başka bir şey yaptığı yoktu. kurt değil, koyun sürüsüydü adeta. dışarıdan bakınca hepsi çok korkunçtu, çok güçlülerdi, öyle mi? tek başına kaldıkları an biterlerdi, bir boka yaramaz malın tekiydi hepsi, liva'ya göre. liva fiziksel olarak güçsüzdü çünkü insan kırmasıydı ve henüz on beşini doldurmamıştı ama zeka bakımından hepsini ikiye katlardı, orası kesin.
kaan, parmaklarını iki defa şıklattığında arman ayağa kalktı. prangalı ellerini uzattı, boynu da onlarla beraber büküldü, üzerinde kan kurumuş olan dudakları zar zor aralandı ve birkaç kelime anca söyleyebildi: "bilmiyorum, kalp nerede, fırlattım attım!" kısık sesiyle attığı çığlık bile zor duyulmuştu. güçlükle yutkunuşu, bütün vücudunu sarstı. "doğru cevap bu değil, biliyorsun değil mi?" kaan gülümsüyordu, demek ki birazdan kıyamet kopacaktı. arkasını döndü, elleri belindeydi. hiçbir kelime etmeden birkaç adım attı. liva bir anda sandalyesini çekene kadar sustu, sonra şaşırmamış gibi baktı liva'ya. deminden beri kızın zihnini okuyordu, söyleyeceklerini söyleyebilmek için cesaretini toplayışı biraz sevimliydi.
"şey, ben biliyor olabilirim," üstüne toplanan dikkatten rahatsız olduğu belliydi, kekelemeye başlamıştı. kaan diğerlerine önlerine dönmelerini işaret etti, "neyi canım?" derken ses tonunu yumuşattı. "kalbin yerini, yani, kalbi sattılar! bir cadıya olması lazım, adını tam hatırlayamıyorum ama evini gösterebilirim." konuştukça içgüdüsel olarak kaan'a yaklaşmıştı, elleri önünde birbirine kenetlenmişti ve bakışlarını asla yerden kaldırmıyordu. kaan, onu omzundan tutup çevirdiğinde sırtı tamamen kaan'a yaslanmıştı, omuzlarına doladığı kolunun soğukluğundan ürkse de sesini çıkarmadı. "bunları ne yapalım ya? satmaya kalksak kimse de almaz ki." liva'nın ensesine yaklaşmıştı, dişlerinin çıktığını hissedebileceği bir mesafedeydi. liva sakince gözlerini yumdu ve saniyeler içinde ölümü kabullendi, aslında kaan'ın onu öldürmeyeceğini biliyor olmalıydı çünkü ona ihtiyacı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜ GÖZLER
Vampireasla ölümlülere güvenme. ne dilediğin hakkında dikkatli ol. ve aksatmadan tuvalete çık. ya da çıkma. en fazla ne olabilir ki? lise üçüncü sınıf öğrencisi nisan, bir gün okulda büyük dışkısını tutmaktan baygınlık geçirir ve camda gördüğü yarasa, insa...