dört

25 0 0
                                    

"hangi cehennemin dibine gitmiş olabilir?"

"bilemiyorum karan, sonuçta nisan bu. en gerizekalısı neyse ona gitmiştir."

kaan söylenirken yürümeye devam etti. içinde oldukları mağaranın oyuklarında hızlıca göz gezdirdi, hepsi birbirinin aynısıydı sanki. karan'ın mimiklerinden kafasının karıştığı anlaşılıyordu. ilk defa kendi güçlerini kullanmadan ölüler tarafına geçiyordu, bu ona yabancı hissettirdi. defalarca geçtiği yollarda çekinerek yürüyordu. en azından herhangi bir şey yapmasına gerek yoktu; sadece varolması yetiyordu, kaan bütün gücü kopyalayarak üstlendiğinden karan'dan neredeyse tüm yük kalkmıştı. buna rağmen hâlâ korkuyor olduğunu kendine bile itiraf edemedi.

adımlarını hızlandırıp kaan'ı yakaladı. kaan sıkılmış gibiydi. tahammülsüzce, girişi örümcek ağlarıyla kaplanmış olan oyuğa doğru yanaştığında karan sorar gibi bir ses tonuyla, "oradan geçmiş olamaz herhalde?" diye fısıldadı. kaan omzunun üstünden ona doğru baktı. "nedenmiş o?" derken yürümeye devam etti. kendinden fazlasıyla emindi, karan'ı takmıyordu.

"lan baksana, örümcek ağı kaplamış her yerini zaten." diye söylenen karan'a yüzünü buruşturarak cevap verdi kaan, "mekkeli müşrikler gibi düşünmesene!"

birkaç adım daha attıklarından sonra, mağaranın sonundaki ışık göründü. loş bir ışıktı bu. sanki burada gündüzken orada geceydi. ilerledikçe geceye yaklaştılar. zaman, yürüdükçe arkalarında kaldı. yolun sonuna vardıklarında artık tamamen farklı bir zamandaydılar. burada gece sonsuzdu. zaman kavramı yoktu. iyi de kötü de gecenin içinde saklıydı. herkes ölüydü, yani herkes eşitti.

mağaranın altından uzanan nehire baktılar. önceden gebermiş olan bir sürü insan nehirin dibinde yatıyordu. yüzleri morarmıştı, saçları dökülmüştü hatta bazılarının gözleri yuvalarından çıkmıştı. nisan da yeteri kadar buralarda kalırsa, onların yanında yerini alabilirdi. nehirin üstünden geçen bir de köprü vardı. bir ucu mağaranın çıkışından başlıyordu ama öteki ucunun nerede bittiği gözükmüyordu bile. kaan kolunu, müşterisine yer gösteren bir garson gibi tutarak karan'a yol verirken, "mallar önden buyursun" dedi. karan kaşlarını çatarak baktı ama laf dalaşına girmek istemedi, kaan'ın bir anda yok olup onu yalnız bırakmasından korktu. kendi güçlerini kullanabilmek için bile yetersizdi çünkü.

karan köprüye ilk adımı attığında öyle bir sallandı ki az kalsın hidayete kavuşuyordu. ardı ardına dualar okumasına karşılık kaan kahkahalarla güldü. gülmesi bitince karan'ı kolundan sürükleyerek hızlandırdı, kovalayan varmış gibi. karan titreyerek onu tutan kaan'ın koluna sarıldı. bu hareketi kaan'ı daha çok güldürdü. yankılanan kahkahası ölüleri sonsuz uykularından uyandıracaktı neredeyse.

✂️✂️✂️

nisan nehire düşen yansımasını izlerken dehşete kapıldı. yansımadaki hali capcanlı ve güzeldi. yaşarken asla olamayacağı kadar ölüyken güzeldi. daha kötüsü, yansıması mutlu görünüyordu. hiçbir kusuru kalmamıştı. öldüğünde bütün kötülükleri son bulmuştu adeta. bir anlığına yansımadaki nisan'ın gerçek olmasını düşledi, yazık ki bu hiçbir tarafta mümkün değildi. eğer yansıma gerçek olsaydı nisan olmaktan çıkardı ve tamamen farklı biri olurdu.

ufacık bir rüzgar estiğinde bile dehşet şekilde sallanan kayığın içinde nisan yalnız başına sayılmazdı. iki bacağı olan ama üst gövdesi ahtapot olan adam, kafasındaki korsan şapkası ve elindeki bozuk pusulasıyla bu kayığa "kaptanlık" ediyordu. en azından kürekleri o çektiği için nisan durumdan gayet memnundu. nehirin ortasına varmışlardı neredeyse. su derinleşmeye başlamıştı, dibi pek görünmüyordu. ahtapot adamdan fışkıran salya sümük harici, huzur dolu bir ortamdı. bir süredir devam eden sessizlikten sonra ahtapot adam boğazını temizledi.

ÖLÜ GÖZLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin