1

467 11 0
                                    

Yağız'dan:
Akşamın soğukluğunu sırtımda hissedince titrek bir nefesi içime çektim. Üzgünce dökülmüş yapraklara baktım. Sonbaharı eskiden çok severdim fakat artık beni hüzünlendiriyor.

4 mevsimi hayatın o alışıldık döngüsüne çok benzetirim.

Sonbahar kalp kırıklığı, ani gelen soğuğa savunmasızlıkla tüm çiçeklerin soluşu. Ardından gelen buz gibi kış, yalnızlık, beyaz bir örtüyle çiçekleri, tüm hisleri örter. Sonra yavaşça çiçekler tekrar ilkbaharla boy gösterir, ilkbahar ikinci bir şans demektir. Sonunda yaz ile çiçekler meyve verir, çekilen onca acının meyvesidir bu, kalp bu meyvelerle beslenir, ta ki acımasız sonbahar tekrar gelene kadar.

O benden gittiğinden beri bir türlü sonbahar bitmiyor, ne kış geliyor ki bu acı duyguları karlar altında bırakıp yok edeyim, ne yaz geliyor ki tekrar güneşli bir gün göreyim. İlkbahardan vazgeçeli zaten çok oldu.

Yine melankolikleştiğimi fark edince kafamı salladım. Sürekli dalıp gittiğim için kendime kızsam da elimde değildi, buralarda kalamazdım, şimdiki hayatımın soğukluğu beni öldürürdü. Anılarla kalbimi sıcak tutmaya çalışmaktan başka çarem yoktu.

Dalgınca yürürken kafamı kaldırma gafletinde bulundum. Gözlerimiz buluştu. Ağzı ilk başta şaşkınlıkla hafifçe aralandı, ardından kocaman gülümseyip adımlarını hızlandırdı.

Kendime sövmeye başladım, buralardan geçerken kafamı kaldırmamam gerektiğini biliyordum, burası ona aitti, onun evi onun hayatı. Artık parçası olmadığım bir hayat.

Bir an arkamı dönüp kaçmayı tartarken o çoktan dibimde bitmişti.

"Yağız, yüzünü gören cennetlik, naber?"dedi nefes nefese kalmasına ramen capcanlı sesiyle. Her yerinden hayat fışkırıyordu, belki de hayatımdan çıkması iyi de olmuştu, onu kendimle aşağı çekmek istemezdim.

"İyi, biraz meşguldüm de."kendime acıyıp herkesten uzaklaşmakla meşguldüm evet, fakat bunu bilmesine gerek yoktu.

Konuşurken yüzümü ona çevirmek yerine kenara bakmaya devam etmiştim, hemencecik gitmesini istiyordum, göz göze gelmemeliydik, hele bu kadar yakınımdayken, uzanıp ona sarılabileceğim kadar...

"Ha, anladım. Bak ne diyeceğim, bir ara müsait olursan-"

"Leya!"

Cümlesi yarıda kesilmişti, ikimiz de sesin geldiği tarafa döndük. Çağan hızlı adımlarla yanımızda bitmişti, bana bakmadan direk Leya'ya döndü.

"Geç kalıyoruz, gelsene."

Ardından beni sonradan fark etmiş gibi kuru bir sesle merhaba dedi. Yanıt olarak sadece kafamı salladım. Bir zamanlar kardeşim diye etrafta dolandığım çocukla olan samimiyetimizin aylardır konuşmadıktan sonra bu kadara indirgenmiş olması tuhaftı.

Acaba neye geç kalıyorlardı? Acaba son ilkbahardan beri Leya'nın hayatında neler değişmişti. Yüzüne bakmamaya çalışsam da saçlarının uzadığını fark etmiştim, acaba o saçlar ne anılar saklıyorlardı?

Merak etmeye hakkım yoktu. Zaten Çağan geldiğine göre benim gitme vaktimdi, bu bizim adetimiz değil miydi sonuçta.

Benim varlığımı unutmuş olduklarını tahmin ederek yoluma devam etmeye koyuldum.

"Yağız! Şey, biz sinemaya gidiyoruz, sen de gelsene?"

Tam olarak dönmeden yere bakarak cevap verdim.

"Yok ya, benim işim var."

"Ha...Başka zaman öyleyse."

Eğer her şeyi kabullenmiş olmasam sesinde ufak bir hayalkırıklığı sezdiğimi düşünerek kendime umut verirdim fakat kendimi kandıracak gücüm yoktu.

"Hadi Leya."

"Ay Çağan sende daha yarım saat var."

Uzaktan ayak seslerini ve uzaklaşmalarını duydum. Dönsem ne görürdüm acaba, eğer Leya geriye bakacak olursa dayanamaz, koşarak ona giderdim. Belki her şey düzelirdi.

Ya da gerçekçi olursak, Leya'yı Çağan'la eğlenirken görürdüm. Bensiz. Mutlu. Onca ay kat ettiğim yoldan geriye bir akşamda yuvarlanırdım. Bunu kaldıramadım işte.

Şu saatten sonra geri dönüş yoktu. Biz bir anı olmaya mecburduk.

*****
Leya'dan:
"Yok ya, benim işim var."

Hayalkırıklığıyla gülümsedim. Tabii ya. Başka bir cevap beklemem salaklıktı zaten.

"Ha, başka zaman öyleyse..."

Buna cevap olarak sessizce yoluna devam etmişti. Yağız'ın aklını neler meşgul ediyordu ki yüzüme dahi bakmamıştı, muhattap olmak istemiyordu besbelli.

Çağan yanımda geç kaldığımızı söyleyerek beni darlayınca yola koyuldum. Fakat yine de kendime engel olamadan arkamı döndüm.

Orada hızlı adımlarla uzaklaşıyordu, köşe bucak kaçıyordu, yalnızca benden. Evet genel anlamda uzaklaşmıştı ama en basitinden Çağan'la selamlaşırken en azından yüzüne bakmıştı. Bir benim yüzüme bakmıyordu işte.

Ceketim kalındı fakat üşüyordum. O da üşüyor muydu acaba? Tekrar arkama baktığımda yoktu. Şu anki davranışları yüzünden bana öyle geliyordu ki bütün yaşadıklarımız, birlikte geçen çocukluğumuz benim hayal ürünümdü.

Yağız benim için hiçbir şey değildi, bir yabancıydı işte, bana değer vermediğini gözüme sokmak için elinden geleni ardına koymuyordu.

Kafamı salladım, bu olayı bu kadar büyütüp analiz etmem bile hataydı. Oysaki bu hisleri çoktan geride bıraktığımı zannediyordum. Kimse bana değer vermek zorunda değildi sonuçta, bunu kabullenip çoktan bana değer verenlerle yetinmekten başka çarem yoktu.

Düşüncelerin arasında Çağan'a çarptım.

"Ohoo, dünyadan Leya'ya?"

"Pardon pardon."dedim ellerimi teslim oluyorum dercesine havaya kaldırarak.

"Çok geç, işlediğin suçların bedelini ödeyeceksin, senin yüzünden biletlerimiz yandı."dedi ve havaya kaldırdığım ellerimi tutup beni çevirdi ve bir sabıkalıyı götürür gibi bir eliyle bileklerimi arkada tutarak, diğer eliyle de ensemi tutarak yürütmeye başladı.

"Yok artık, ben masum küçük bir kızım!"dedim kahkahalarımın arasında. Sinemaya geldiğimizde geciktiğimiz için aradan sızdık.

Bir aksiyon filmine girdik. Keyifliydi fakat benim için akılda kalıcı değildi, ben animasyon filmlerini daha çok severim.

Yağız'la birlikte giderdik. Acaba o gerçekten o filmleri seviyor muydu yoksa benim yüzümden izlemek zorunda mı hissediyordu?

Çağan animasyon filminin posterine uzun uzun baktığımı görmüş olacak ki konuştu.

"Bu filmin salonu şuradaymış, fark ettirmeden ona da girsek mi?"

"Evet!"

Vakit alacaktı fakat Yağız'ı arkada bırakacaktım, bırakmak zorundaydım.

Koruyucu Melek~LeyyağHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin