03

84 13 2
                                    

"Vicky" biraz fazla mı olmuştu?

Neyse ne!

Henry'nin yüzündeki o ifadeyi görmek bile Alex'e yetmişti. Zaten o kısımları muhtemelen yayınlamayacaklardı. Kraliyet bu işte herhangi bir fiyaskoya izin vermezdi.

Bir sonraki durakları hastaneydi.

Alex etkilenmişti. Etkilenmediğini söyleyebilirdi ve de söyleyecekti fakat içten içe ne kadar etkilendiğini çoktan kabul etmişti. Çünkü Henry onu şaşırtıyordu. Çocuklarla arasının iyi olması bir şeydi. Ama buradaki çocuklarla arasının bu kadar iyi olması? Sanki uzun zamandır bir tanışıklıkları vardı.

"Buraya sık mı geliyorsun?", diye sordu kendine hakim olamayarak. İçinde yükselen bu, ekselanslarını tanıma arzusunu bastıramamıştı. Çoktan tanıdığını düşündüğü ve daha da tanımaya lüzum olmadığına karar verdiği adamı...

"Her iki üç ayda bir gelmeye çalışıyorum. Yanımda kameralar olmadan tabi."

Alex tam da ne olduğunu bilmediği bir şeyleri o filtresiz ağzından dökecekti ki ani bir şekilde gerildi. Bu hissin hemen ardından da ardı ardına patlama sesleri duyuldu. Neler olduğunu kavrayamadan itildi ve bir an sonra yerde, Henry'nin üstündeydi. Vücudunun sıcaklığı, kıyafetlerini bile aşıp Alex'in tenini buluyordu. O kadar ki bulundukları binada silahlı bir saldırgan olma ihtimali olduğu gerçeği, zihninde yer kaplamayı bırakmıştı.

İtişe kakışa daracık dolapta kendilerine bir yer edinmeyi başardıklarında ikisi de iki büklümdü ve Alex prens hazretlerinin o gül cemaline(!) bakmaktansa yüzünü kovalara dönmüştü.

Yakın...

Bir an Alex temizlik kovalarına doğru surat asıyordu.

Bir an sonra pabucunun prensi ona parfümünü soruyordu.

Alex doğal olarak savunmaya geçti. Henry'den gelince övgüye bile itiraz edesi geliyordu. Hayır, güzel kokmuyordu! Zevk sahibi hiç değildi!

Tamam mı?

Alex hala kovalara doğru surat asarken Henry sordu:

"Benden neden hoşlanmıyorsun?"

Çok... Doğrudandı.

Pekala Alex de doğrudan olabilirdi.

Omuzlarını birbirine sürte sürte Henry'e döndü. Aralarındaki mesafe kısacıktı. Ama Alex teslim olmadı. Hayal kırıklığı öfkesinden bile büyüktü ve o gün ne hissettiğini prense gayet açık ve net bir şekilde anlatacaktı.

Anlattı da.

Kendini tanıtmak için yanına gittiğinde sikik herifin ona nasıl ilkokulda sadece bir kerecik bitlendiği için kimsenin yakınında durmak istemediği küçük bir çocuk gibi hissettirdiğinden, öğretmeni zorla Henry'yi onun yanına oturtmuş da Henry de, alın beni buradan, diye haykırmış gibi öylece kalakaldığından...

İki yanda, duvar boyunca uzanan demir raflar şangırdadı.

Yoğun duygular...

Alex sakinleşmeye çalıştı. Neyse ki Henry fark etmemiş görünüyordu.

Şey... O denli açık sözlü olamamıştı tabi. Ama Henry ana fikri kapmıştı.

Bundan sonrası Alex için biraz tuhaftı. Öncelikle Henry hatalı olduğunu kabul etmiş, üstüne üstlük özür bile dilemişti. O burnu havada heriften hiç beklemediği bir şeydi bu. Alex gerçekten de bu adamı o kadar mı yanlış değerlendirmişti?

Daha da fenası, Henry kendini açıkladığında, Alex onda da hata olduğunu fark etmişti. Kesinlikle anlayışlı değildi. Belki de o gün, konuşmaya babası için baş sağlığı dileyip başlasaydı, üç yılını ondan nefret etmekle harcamaz, aksine belki, sadece belki, keyifli bir arkadaşlığa başlayabilirlerdi.

RED, GOLD AND SEABLUEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin