I.
Nasıl derlerdi buna... bilmiyorum.
Üç noktaya sığmayan bir yalnızlığın kırkyamasıyım.
Kitaplardan başka dostu olmayan bir uçurtma oldum zamanın ayaklarına dolaşan.
Sözlerim, boşluğa yazılıyor ve gönderiliyor. Kime bilmiyorum.
Kim anlayacak beni bilmiyorum.
Ne zaman bitecek beni yoran ve kıran her şey bilmiyorum.
Ne zaman yelkovan vaktinde koşmayı akrep vaktinde adım atmayı öğrenecek bilmiyorum.
Bir Kum saati devrildi yatağıma kumlarıyla
Kim uyandıracak onu, verdiği sonsuz moladan?
II.
Nasıl derlerdi bu hisse... Bilmiyorum.
O sofrada oturup yemek yiyorum.
Eskiden, düşlerimden bahsetmekte iyiydim onlara ve diğerlerine.
Kırılsam da her şeye ve herkese
Aptal bir umudum vardı hayatla ilgili
Şimdi, sıradan konular konuşuluyor o sofrada.
Her zamanki sözler ediliyor.
Bakışları beni eksiltili bir cümle gibi yarım yapalak bırakıyor.
Yüklemi olmayan özne gibi, sonu yırtık bir kitap gibi
Kendileri uyduruyorlar, kötü son hikayelerini.
Bu her daim böyleydi, sadece geç fark ettim.
Fark ettiğim an hep unutmak istedim, onlar tarafından sevilmek ve takdir görmek istediğim için.
İnsandım, bir taş muamelesi gördüm.
Yere düşse de kırılmayan, o taşın düştüğü topraktı yalan.
Bir güvercini bir taşa çevirmişti onlar.
O toprağın halkı da oldum, kralı da yabancısı da.
Yeri geldi beş metre karelik toprağa, bin beşyüz metrelik Imparatorluk kurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FARMAKON GECELERİ KİN KUŞU
PoesíaX. Çaldım sonra kapını, utanmazdım ve aşık. Saçlarım dedim, al kes onları dedim. Madem kırdın, sen toparla dedim. Yorgundun. Karşında ben varım ey aşk dedim! Sen sustun. Konuşma sırası mıydı bana düşen yoksa, Kin kuşunun içimde ötüp beni sensi...