Bölüm şarkısı;
Ajda Pekkan - Ağlama anne
-10 Şubat 2041-
Yaşamak için sebepler bulamıyordum son birkaç aydır, bugün o girdiğim istikşaf hali son bulmuş ve bir gaye edinmiştim kendime. Bir düşmanım vardı artık, annemin katili ve belki benim de katilim... Bir süredir hayatımda olmasına rağmen onu ilk kez gerçek bir düşman olarak gördüğümü hissediyordum sanki. Bugün miladımdı, bugünden sonrası adavet ve adaletti... Ya öldürecek ya ölecektim. Yaşayış için değil, annem için öldürmeyi seçtim. Bugün, ben ilk cinayetimi işledim. Öyle ya, ruhumda yer edip özümü oluşturan gufran duygusunun mezarını kendi ellerimle kazdım...
Şimdi hiç bilmediğim bir yerde, hiç bilmediğim bir evrede ikinci cinayetimi işlemeyi bekliyordum. Çünkü katil olmak için ortada somut bir ceset olması gerektiğini düşünmüyordum artık. Bu, hayatımın bir bıçak darbesiyle kesilmesinden sonra teraziye vurduğum bir metafordu. Düşmanımın katili olacaksam buna ihtiyatsız davranarak değil, kendi özümdeki mergup duyguları öldürerek başlamalıydım. Merhametim... Benim ilk soyut cinayetim, ilk tezvir kurbanım senden de özür diliyorum tıpkı senden sonrakilerden dileyeceğim gibi...
Onlar, beni içlerindeki ehvenişerleri olarak görebilirdi oysa ben onların arasına karışmış bir tahripkârdım... Zehirleniyor ve panzehri elimin tersiyle itiyordum, öyle bir semdi ki bu öldürmüyor aksine cinayeti mübrem kılıyordu... Aldığım ilk numunenin böylesine sarsıcı olacağını düşünemezken, daha şimdiden ikincisini istiyordum. Beni bu hale getiren, ölüm korkusu değil ölüm kokusuydu.
Ölümün kokusu mu olurdu? Dakikalarca solumasaydım belki olmayacağına dair inancım kalırdı. Annemin kanının kokusuna bulanmış evimizin içinden ölümün kokusu yayılıyordu, çünkü o gün annem ölümün kendisi gibi kokuyordu... Yağmurdan ıslanmasını sevdiği saçlarını kendi kanı ıslatmıştı, en sevdiği beyaz elbisesini en sevdiği renge bir cani boyamıştı... Şimdi o kokuyu yeniden alıyordum, kendimi cenazeme değil katilin ölümüne hazırlanıyordum. Bana karşılıklar vereceğini, biliyor ve benliğimi hazırlıyordum. Zayıf davranamazdım, güçsüz olmak gibi bir lüksüm yoktu...
Karşımda bana yarı hayranlık yarı memnuniyetle bakan bir insan kalabalığı varken öyle gözükmeyen bir tek kişi vardı ve sorgudan sonra olan ilk konuşmamızdan beri bir daha sesini duyamamıştım. Egemen Karaoğlu gerçekten bir kapalı kutudan da fazlasıydı, ne hissettiğini asla belli etmeyişi onun ne düşündüğünü daha çok merak etmeme sebep oluyor ve bir cevap arayışına sürüklüyordu beni. Tüm bunların hala umurunda olmadığını ve benden hala mümkün mertebe nefret ettiğini biliyordum. Ama yine de bir şeyler değişmişti, onun deyimiyle istediğimi 'söke söke' almıştım. Benden nefret ediyor olabilirdi, belki öncekinden de fazlaydı kestiremiyordum ama değişen bir şey vardı ki benim için önemi büyüktü. Bana artık saygı duyuyordu, neyi ne için yaptığımı biliyordu ve bu yüzden sadece bu konuda bana anlayış sağlayacağını bile gözlerinde görebiliyordum. Yüzüme bakmıyor oluşuyla değil bana artık ismimle seslenişiyle ilgilenme kararı almıştım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL SERPENÇE
Actionİlk hamleydi... Oyunlar oynandı ve ölümler yaşandı. Şah'ın günahına bulanarak Kasım'ın o fırtınalı yedisinde bir Vezir seçildi ve ilk kayıp o gün verildi. Gökyüzü annesi ölen küçük bir kız çocuğuna ağlarken, bir kadın öldürüldü ve bir kadın delirdi...