Bölüm şarkısı;
Gülşen- Dillere düşeceğiz seninle
-8 Şubat 2041-
Yabancısı olduğum bu dünyanın içine yuvarlanışım, izlencesi garip bir trajikomedinin ön gösterimi gibiydi. Hayır! Şu an yine bir yanılgıya kapıldım çünkü o absürt trajikomedinin ilk gösterimi Kasım'ın 7'sinde annemin ölümüyle ilk seyircisini toplamıştı. Sinema salonunda gözleri yaşlı bir halde filmi izleyen o küçük kız için kimse bir yaş sınırı koymamıştı, yanında oturan yirmi iki yaşındaki halim annesi ölen kız çocuğunun böylesine bir vahşete tanıklık etmemesi adına onun gözlerini itinayla kapatmış ve kendi çocukluğuna bilmeden annelik etmişti. Ne fark ederdi ki? Öyle ya da böyle 2040 yılının Kasım'ında birinin annesi ölmüştü...
Gözlerimi her kapatıp açtığımda kendimi yeni bir filmin yahut bir piyesin içinde buluyor ve sahnede monologlar söylüyordum. Delirmiş bir kadından bekleneni yaparak kendimle çelişiyor ve yine kendi bildiğimi okuyordum. Daha sonra delirmekten uzak bir ölümlünün düşündüğü kadar aklı başında! kararlar alıyor ve o kararların bedellerini büyük bir zevkle ödüyordum. Güne başlarken doğuyor ve her yeni günün sonunda ölüyordum... Sanki bir lanetin ceremesini ben çekiyor ve yine aynı dertlerden kan kusuyordum. Terk edilmişliğimin en büyük kanıtı olan adamla tanışıklığım ve onun beni içine çektiği bilinmezlik her şeyin ikincisiydi. Ne fark ederdi ki? Öyle ya da böyle ben hep bir ikilemdeydim...
Kaderimde yazılı olan ve hayatımın içerisine yerleşmiş hiçbir sergüzeştin bir öncekinden farkı olduğuna inanmıyordum. Bu yaşanışlar, acımtırak bir alın yazısından tecelli eden fasit dairelerdi. Hepsi ortak bir makuleden doğan saydam ve bir o kadar gerçek olan acıdan düğümlerdi, kalın hasır halatlarla birbirlerine bağlılardı. Halatlar kopmazdı, halatlar çerden çöpten değildi. Fakat benim süregelişlerim bile halattan ziyade pamuk ipliğindendi. Pamuk iplikleri çürüktü, pamuk iplikleri kopardı... Kopan her düğüm benden gizlenen bir sırrı temsil ediyordu sanki ve bu gece o düğümlerden bir tanesi daha koptu.
Öğrendiklerimi hazmedemeyişim, tıpkı bir günah gibi ensemdeydi. Peşimi bırakmıyor ve sırtımdan vurmayı bekliyordu. Hırsız oluşu muydu beni bu denli öfkelendiren? Yoksa bunu benden gizlemiş olması mıydı? Güvenimi mi kırmıştı yoksa yalnızca sinirlendirmiş miydi? Hayır bunların hiçbirisi değildi bu gece yaşadığımız. Bana borçluydu yalnızca. Belki bir özür, belki de daha fazlası bir affettirme çabası... Bana bir şeyler borçluydu ve misilleme yapamazdı. Bana bir şeyler borçluydu ve diyetini bu gece çaldığı meblağ bile karşılayamazdı...
İhanet değildi belki, bir hesaplaşmanın kurbanlarıydık ikimizde. Ne kazandık ne de kaybettik, yalnızca kaçak dövüştük ve de ödeştik. Birlikte geçirdiğimiz on beş yıla leke çalındı, aramızdaki düğüm fiilen zarar görmese de birbirimizden sakladıklarımız o on beş yılı karaya boyadı. Bizi büyüttü ve olgunlaştırdı... Bana hep dünyadan farklı evrenler olduğundan bahseder dururdu, bilemezdim bahsettiği 'evrenlerin' kendisi olduğunu... Karşımdaki adam bana yabancı değildi, kucak açmamı beklediği ve sarmamı istediği kişiyi ondan ayrı kefeye koyamazdım. O hayatımın öyle bir yerindeydi ki; benden sakladığı hiçbir sır, bana edeceği hiçbir ihanet onu hayatımdaki yerinden edemezdi... Bu ihanet değildi, ucunda ölüm yoktu. Ölen yoktu, katil yoktu. Ne fark ederdi ki? Öyle ya da böyle ikimiz de kurbandık, kazanan yoktu kaybeden yoktu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL SERPENÇE
Akčníİlk hamleydi... Oyunlar oynandı ve ölümler yaşandı. Şah'ın günahına bulanarak Kasım'ın o fırtınalı yedisinde bir Vezir seçildi ve ilk kayıp o gün verildi. Gökyüzü annesi ölen küçük bir kız çocuğuna ağlarken, bir kadın öldürüldü ve bir kadın delirdi...