0.1

166 16 81
                                    

Seul şehri bana hiçbir zaman bir ev gibi hissettirmemişti. Bir ev aradığım da pek söylenemezdi aslında. Yaşamaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyordum. Geç girdiğim üniversitemde kendimden küçüklerle derslere giriyor başımı belaya sokmamaya çalışıyordum.

Yılın en sevdiğim zamanlarındaydık. Seul'ün daha sıcak hissettirdiği noele yaklaştığımız ve yılın ilk karının düştüğü o ayda, aralıktaydık. Dün yağan karla tüm kampüs derslere girmeyi boşvermiş de sanki kar topu oynamak için okula gelmiş gibiydi. Kafelerin hepsi fazlasıyla kalabalıktı ve yer bulmak imkansızdı. Kahvaltı etmeyi es geçip kahveyle karnını doyurmayı planlayan biri olan bense mutsuzdum. Dersime neredeyse bir saat vardı ve sakince bir köşede oturup dışarıdaki kaostan uzakta kahvemi içmek istiyordum.

Kahvemin siparişini verip hazır olmasını beklerken son kez umutsuzlukla dolu olan masalarda gözlerimi gezdirdim ve ilk kez şanslı biri olarak uyanmış olacağım ki köşe masalardan birinde sınıf arkadaşım olan Jisungla göz göze geldim. Bana çekingence el sallayan çocukla ben de ona gülümseyerek el salladım. Baristanın uzattığı kahvemi alıp sakin adımlarla Jisung'a doğru yürüdüm. Yanında birini daha önce gördüğüme emin olduğum iki kişi daha vardı ama çekingenlik yapacak günümde değildim. Masa bulmuşken fakülteme kadar yürüyüp kahvemi soğutmaya hiç niyetim yoktu.

"Hyung günaydın." Gülümseyen Jisungla ben de gülümsemeye başladım. Sevecen insanları severdim ve Jisung kesinlikle bu insanlardan biriydi. Sınıfta kimse benden pek hoşlanmazken o benimle arkadaş olmaya çalışmış yalnız kalmama izin vermemişti. Kalbi temiz bir çocuktu.

"Günaydın Jisungie, kahvem bitene kadar masanızda oturmamda bir sakınca var mı?" Yanındaki iki arkadaşına da onay ister gibi baktıktan sonra yanındaki sandalyeyi hafifçe geri çekti Jisung. Bu gün gerçekten şanslı tarafımdan kalkmış olmalıydım.

Yanındaki arkadaşlarına da başımla selam verip mutlulukla boş yere oturdum. Daha önceden görmüş olduğuma emin olduğum arkadaşının gri saçları vardı ve ifadesi diğer çocuğun aksine daha yumuşaktı. Diğerininse saçları mavimsiydi. Fazla uzun bir saça sahip olmamasına rağmen üstten toplamıştı. Kaşları çatık bir şekilde beni inceliyordu ve gizli bir şekilde yapmaya da çalışmıyordu.

"Bu Chenle." Dedi Jisung hemen yanında oturan gri saçlıyı kast ederek. "Bu da Renjun Hyung."

"Memnun oldum." dedim gülümsemeye çalışarak. Renjun beni geriyor olsa da insanlarla tanışmayı seven biri olmuştum hep. Jisung'un arkadaşlarından da zarar geleceğini pek düşünmüyordum. Bu yüzden de biraz rahattım. "Ben de Donghyuck. Jisungla aynı sınıftayız."

"Büyük görünüyorsun?" Renjun'in sesi de kendisi gibi sertti.

"20 yaşındayım. Bazı ailevi sebepler yüzünden üniversiteye geç başladım." Renjun anladım dercesine başını aşağı yukarı sallayıp telefonunu eline alınca omuzlarımı düşürdüm.

"Seni daha önce Jisungla ders çalışırken görmüştüm ama sizi bölmemek için yanınıza gelmemiştim. Tanışma fırsatımız olmasına sevindim. Jisung senden bahsediyor bazen."

"Gerçekten mi?" Jisung'un hafif kızarmaya başlayan yüzüne bakıp gülümsedim.

"Yani bana hep çok yardımcı oldun. Bir gün hastayım diye çorba bile getirmiştin. Gerçekten iyi gelmişti. O gün senin kötü biri olmadığını anlamıştım. Chenle'ya da o zaman senden bahsetmiştim."

Jisung gözümde korunmaya ihtiyacı olan bir bebekti ve bir kere laf arasında abisiyle yaşadığını söylemiş ailesinin uzun süredir uzakta yaşadığından bahsetmişti. Hasta olduğunu görünce de dayanamayıp ona annemin tarifiyle çorba yapmıştım. Anne şefkatinin yokluğunun nasıl bir his olduğunu bilen biri olarak Jisung'un bir gün de olsa bu eksikliği unutmasını istemiştim.

unknown • mhHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin